KENDİNİ GÖLGESİNE TANITAN ADAM: SÂDIK HİDÂYET

“Salgı salamaz ol, diye beddua etmiş anne örümcek; yavru örümcek ağ yapamadığından ölmüş.”

48 yaşında, Paris Championnet caddesindeki evinde bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açarak intihar etti Sâdık Hidâyet. Ölmeden önce yok ettiği bütün basılmamış hikayelerinin arasından okunabilir olarak kurtulabilen bir hikaye taslağının başında böyle yazıyordu.

Hidayet 1903 yılında Tahran’da arsitokrat bir ailenin çocuğu olarak açtı dünyaya gözlerini. Medrese-i İlmiyye ‘de başlayıp Darülfünun ve daha sonrasında Tahran’daki Saint Louis Lisesinde devam eden eğitim sürecini Belçika ve Fransa’da Mühendislik eğitimiyle sürdürdü. Fakat yapmak istediği işin bu olmadığı düşüncesi onu özellikle Fransa’da sarıp sarmalamış olacak ki mühendislik eğitiminden vazgeçip, Sanskritçe öğrenmek için düşmüş Hindistan yollarına. Bu ‘’Aristokrat bir ailenin çocuğu olma’’ durumunun yükü sebebiyle zincirlerini kırması biraz zaman almış anlayacağınız. Pek öyle zincir kıran türünden biri olmasa da yaşadığı dönemde meşrutiyet mollaları ile çatışma halinde olan bir grubun üyelerinden biri olmuş. Tahran’da bazı kamu işlerinde çalıştıktan sonra Mücteba Minovi, Bozorg-i Alevi ve Mes’ud-i Ferzad ile ‘’Dörtler’’ (Reb’a) olarak bilinen edebiyat topluluğunu kurmuş. Bu ekip de diğer birçok çağdaş yazar gibi hem meşrutiyete hem de mollalara karşı söz söylemiş aydınlar olmuşlar. Buraya kadar Sâdık Hidâyet’ e dair anlattıklarım ilginizi çekmemiş olabilir. Sâdık Hidâyet böyle biri değildir aslında çünkü.

Afyon… Tabii ki şehir olan değil. Bugün esrar olarak adlandırdığımız afyon. Bu madde yaşadığı dönem şartlarında Sâdık Hidâyet’in hal-i hazırda karanlık olan dünyasını içinden çıkamayacağı bir kara deliğe dönüştürmüştür. Bu durum her ne kadar Hidâyet için hazin bir son hazırlasa da bugün onun sevenleri için dönüp dönüp tekrar okunacak eserler yaratmasını sağlamıştır.  “Hayır hiç kimse intihar kararına varamaz. İntihar bazılarında birlikte bulunur. Onların yaradılışında mevcuttur ve onun elinden kaçamazlar. İşte bu alın yazısının hakimiyet gücü vardır. İnsana hükmeder. Fakat aynı zamanda bu, benim. Kendi kaderimi kendim yarattım. Şimdi artık elinden kaçamam, kendimden kaçamam. Kısacası, ne yapılabilir? Yazgım benden daha güçlü.” Derken aslında bütün hikayesini özetliyor bize. Sâdık Hidâyet hakkında Oğuz Demiralp’in Y.K.Y’den çıkmış Kör Okur adında bir kitabı vardır ve kendisinin tüm diğer kitapları da Y.K.Y tarafından basılmış ve rahatlıkla bulunabilmektedir. Biraz merak edip okuduğunuzda biyografilerinde söylenemeyen bir gerçeği keşfedersiniz ve bu gerçek ufkunuzu açar. Bir insanın ilgi çekici olması için göz önünde olması, görünür olması gerekmez. Sâdık Hidâyet de afyon etkisindeki bu saklanışlarıyla batıyor gözümüzün bebeğine.

O kadar karanlık ve bohem kokan bir tadı vardır ki yazdıklarının hayatı boyunca hiç mutlu olmadığını düşünürsünüz Hidâyet’in. Mutluluk kelimesini kullanmış mıdır, şimdi düşününce hatırlayamadım da açıkçası. Tüm bu karamsarlığa rağmen, okurken içine çekiliverirsiniz Hidâyet’in. Diri Gömülen, Aylak Köpek, Üç Damla Kan, Alacakaranlık, Moğol Gölgesi, Hacı Ağa, Hayyam Teraneleri ve Kör Baykuş gibi daha bir çok kitabın yazarının dilini ve üslubunu aslında kitaplarının adından bile anlayabilirsiniz. Ama size ne hissettireceğini tahayyül etmek, o sayfalarda iz sürmeden emin olun pek mümkün değildir.

Fransa’daki süreç Hidâyet’in hayatını kökten değiştirmiştir. Rilke, Poe, Çehov, Maupassant, Kafka gibi yazarları okuyan ve orada edindiği çevresi ile bu yazarlar ve edebiyat üzerine sohbetler yapan Hidâyet özellikle Kafka’ya büyük ilgi duymaktadır. Sâdık Hidâyet’in Franz Kafka’ya olan özel ilgisini Kafka’nın ‘’Ceza Sömürgesi’’ isimli kitabına yazdığı kitap kadar uzun önsözden de anlayabilirsiniz. Bu hayranlığı yazdıklarının genelinden anlamak da mümkündür. Benim ilgimi çeken, Kafka herkes tarafından bilinirken, Hidâyet neden kuytularda kalmıştır; “Doğunun Vatansızı” diye tanımlanmış enfes bir yazar olmasına rağmen hem de. Halbuki Sâdık Hidâyet’in yazdıkları Kafka ile boy ölçüşecek nitelikte ve derinlikte metinlerdir.

Yazdıkları ve yaşamı ile Kafka ile çok benzerler birbirlerine. Kıyaslama değil tabi bu yaptığım fakat edebiyatta bile Avrupa’dan ithal olmayan şeylere olan ilgisizlik sebebiyle Sâdık Hidâyet’in gerektiği kadar tanınmadığını düşünüyorum; kendimi de aynı gruba dahil ederek. Kör Baykuş mesela, birkaç sene öncesine kadar adını dahi duymadığım bir kitaptı. Lakin bazı şeyleri fark ettikten sonra, hak ettiği değeri kazanması için reklamının yapılmasını iş ediniyorum kendime. Sözüm o ki Kafka’yı bilenler ve sevenler, Sadık Hidayet’i de biliniz, seviniz onu. Karanlığı ve mutsuzluğu sevdirecek kadar güçlü ve zengin bir hazinedir Hidâyet. Kör Baykuş gibi bir kitap, sizi ezilmiş ve tek sırdaşı gölgesi olacak kadar yalnız kalmış bir adamın hayranı yapacak, hatta kendinizi onun yerine koymanızı sağlayacak kadar güçlüdür.

Modern İran Edebiyatı’nın yapı taşlarından olmasına rağmen, 2006 yılında yapılan geniş çaplı sansürleme kapsamında bütün kitapları yasaklı duruma gelmiştir. Bugün de aynı durum geçerliliğini korumaktadır. Aslında daha öncesinde de Hacı Ağa başta olmak üzere birçok kitabı Fransa’da ve bazı Avrupa ülkelerinde yasaklanmıştır. Yasaklanana ilginin artması gibi genel bir durum olsa da Sadık Hidayet bu durumun da ekmeğini yiyememiş, inatla gözlerden uzak kalmıştır. Kim bilir belki de doğaüstü bir durumdur bu. Yalnızlığa ve karanlığa bu kadar düşkün olan Hidâyet, bir şekilde o karanlığın içinde kalmayı tercih etmiş ve bu konuda manevi bir çaba harcamıştır. Ben de burada böyle anlatıp duruyorum. Rahatsız ettiysem kusuruma bakmasın. Yine de Kör Baykuş’un o muazzam girişine bu yazıda yer vermemek olmaz diye düşünüyorum. Kızarsa da kızsın, ne yapalım.

‘’Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.’’ diyerek başlar ve kendi kabuslarına ortak eder sizi.

He bu arada Sadık Hidayet şu anda Fransa’da Yılmaz Güney’in de yattığı Pere Lachaise mezarlığında gömülüdür. Yolu düşen bir tas su döküversin mezarına…

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz