BETERİN BETERİ VAR 3: ÇUKUR

Kitaplar sadece geleceği tayin etmezler, aynı zamanda yazıldıkları dönemin edebi tarzına da yön verirler. Beğenilen kitaplara benzeme ve popüler olma hevesiyle yazılan binlerce sayfa vardır. Ancak Sovyetler Birliği’nde işler farklı işler. Burada yazarlar, popüler olma hevesini bir yana bırakıp, yasaklanmayı ve sürgünü göze alarak yazarlar; tıpkı Çukur’un yazarı Andrey Platonov gibi.

Andrey Platonov, 1899 yılında, bir demiryolu işçisinin oğlu olarak doğuyor. 11 çocuklu kalabalık bir ailenin ilk çocuğu olarak küçük yaşta çalışmaya başlıyor. Büro memurluğu, fabrika işçiliği, depoculuk… Para kazanmak için ne gerekirse onu yapıyor.  Rus İç Savaşı esnasında askeri malzeme taşıyan trenlerin sorunsuz ilerlemesi için babasına yardımcı oluyor. 1918’de mühendislik okurken şiir ve makaleler yazmaya başlıyor. 1921’deki yıkıcı kuraklık ve kıtlığın ardından yazmaya ara veren Platonov, önce Voronej İl Arazi İdaresi’nde, ardından da merkezi hükümet bünyesindeki yönetici pozisyonlarda devam edecek kariyerine başlıyor. 1927’de Moskova’ya taşınıyor ve yazılarıyla, özgün bir edebi sesi olduğuna dair olumlu eleştiriler alıyor. Bu dönemde yazdığı Çevengur ve yazımızın konusu olan Çukur romanları ile örtülü bir şekilde sistem eleştirisi yapıyor. Çevengur kısa bir bölümü ile bir dergide boy gösterecek kadar şanslı olsa da iki kitap da tıpkı Zamyatin’in Biz’i gibi 1980’lerin sonuna kadar yayımlanma fırsatı bulamıyor. 1931’de yazdığı For Future Use adlı eseri bizzat Stalin tarafından “pislik” şeklinde değerlendiriliyor. Sonrasında ise kamuoyu tarafından marjinal olarak görülen, tolere edilebilir hikâyeler yazıyor.

Arazi ıslahı alanında çalışan Platonov, Rus topraklarında çukurlar açmakla yetinmiyor ve aynı şeyi Rus edebiyatı için de gerçekleştiriyor. Devlet odaklı distopyayı iliklerimize kadar hissettiren kitabımız, Sovyetler Birliği’nde yaşayan bir grup işçinin etrafında gelişiyor. Bu yönüyle bakıldığında kitabın “yenilikçi üretim romanı” türünde yazıldığını söyleyebiliriz. Rus köylülerin kente göç etmesinin ardından, sanatsal açıdan baskı altına alınan Rus aydınların; işçileri, teknisyenleri ve mühendisleri anlattığı bu türün bütün unsurlarını bu türü eleştirmek için kullanıyor.

Sürekli düşlere daldığı için fabrikadaki işinden kovulan Voşçev, hayatın gerçek anlamını bulma arzusuyla kıvranıyor. Sovyetler Birliği’ni bekleyen şeyin parlak bir gelecek olmadığını düşünüyor. Herhangi bir amacı olduğuna inanmıyor, hayatı bir bilmece olarak görmüyor. Yaşamasının tek nedeni doğmuş olması ona göre; tıpkı diğerleri gibi. Şehir merkezine gitmek için yola çıkan Voşçev’in karşılaştığı inşaatlar, yalnızlık hissinin artmasına neden oluyor. Taşları bir araya getirmek için kendilerini parçalayan işçileri gördükçe rahatsızlık duyuyor. Sonunda, tesadüf eseri de olsa bu inşaatlardan birinde çalışmaya başlıyor. Proletaryanın üyelerini ve işçi sınıfı yoldaşlarını barındıracak bir binanın temeli için kazılan çukura yardımcı oluyor. Çukur kazmak, Voşçev’in zihninde anlam arayışına yönelik başka bir soruya dönüşüyor.

Çukur’da tanıştığı diğer işçilerin söyledikleri, komünist rejime yönelik farklı bakış açılarını temsil ediyor. Voşçev gibi kendi varlığını sorgulayan Mühendis Pruşevskiy, asla yorulmayan Çiklin, parti gönüllüsü Safronov, sendika yetkilisi Paşkin ve burjuvalara ya da burjuva eylemleri sergileyenlere zorbalık etmeyi kendi görevi olarak bilen malul Jakçev… Çukur genişledikçe karakterlerimiz hakkında daha fazla fikir sahibi oluyoruz. Pruşevskiy ve Çiklin’in yıllar önce aynı kıza âşık olduklarını öğreniyoruz. Kiremit fabrikasının eski sahibinin kızı olan bu yaşlı sevgilinin, fabrikanın yıkıntıları arasında açlıktan öldüğünü okuyoruz. Ondan geriye kalan kızın, geleceğin sesine dönüşmesine tanık oluyoruz. Bu çocuğu yanlarına alan işçiler, ona güzel bir yatak sunma arayışına giriyor ve yakınlardaki bir mağaraya saklanmış yüz tane tabut buluyorlar. Üstelik aralarında kızın boyuna uygun olanlar bile var! Sonrasında bu tabutların, yakınlardaki bir köyde yaşayanlara ait olduğu ortaya çıkıyor. Köyü keşfeden işçiler, köyün kolektivizasyon için can attığını fark ediyor ve onları kolektifleştirmek için kolları sıvıyorlar. Bu sırada çukur, istenen boyuta ulaşıyor. Ancak yakında sosyalist kadınların dünyanın tüm yüzeyini bebeklerle kaplayacağını öngören Paşkin, çukurun altı kat büyütülmesine karar veriyor.

Köyün kolektifleştirilme süreci, Safronov ve Kozlov’un öldürülmesi, kulakların (köylüler) tasfiyesinin istenmesi, tüm emirleri bildiren aktivistin sabotajcı ilan edilmesi, demircide çalışan ve köyün politik olarak en bilinçli canlısı olan bir ayının grevi gibi ilginç gelişmeleri barındıran öykümüz, daha önce hiç fark etmediğimiz bakış açılarını incelememizi sağlıyor. Sonunda bulunduğu noktadan memnun olan Voşçev, köylüler ve ayı ile çukura dönerek arkadaşlarını daha geniş ve derin çukura ihtiyaçları olduğu konusunda ikna ediyor.

Çukur, sahip olduğu tüm zenginliklere rağmen, zaman zaman boğan bir anlatıma sahip. Ancak bunun nedeni çeviri de olabilir. Sık sık Platanov’u öven Brodsky, yazarımızın politik açıdan kuşkucu bir dil kullandığını düşünüyor ve “Andrey Platonov’u, kendi diline tercüme edecek insanların vay hâline!” yorumunda bulunuyor.

Hikâyemiz, kendi konusuyla henüz bir filme uyarlanmamış olsa da Rus vatandaşlarının Putin’in yönetimiyle ilgili endişelerini ve öfkelerini dile getirdiği videoların derlendiği bir belgesel için isim babası olmuş. Andrei Gryazev tarafından yönetilen bu belgesel birçok festivalde boy göstermiş. Bir de henüz aylık dinleyici ortalaması 90 olsa da kitabın orijinal ismini taşıyan Kotlovan adlı bir müzik grubu var.

Gönül rahatlığı ile düşlere dalınamayan, karar mercilerinin her an değiştiği, geleceğin sesi ile geçmişin anılarının bir araya gelemediği, insanların tek varlıklarının tabutları olduğu, çalışmak dışında hiçbir işe yaranılmayan, insanların sokaklarda birbirlerini öldürmekten çekinmediği, taraf olmayanların tasfiye edildiği hikâyeler varken hâlimize şükretmeliyiz. En azından bir araya gelebiliyoruz!

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz