İnsanın hem kendiyle hem toplumla ilişkisine odaklanan ve bu temaları, insan olmayanla sorgulayan bir başka Kazuo Ishiguro romanıyla karşı karşıyayız. Neredeyse her bölümünde farklı bir yüzleşme yaşatan roman, umut dolu bir yapay zekânın hikâyesi olarak kurgulanmış ve ilk tasarlandığında bir çocuk kitabıymış. Kendisine Nobel kazandıran Beni Asla Bırakma’nın ardından, klon Kathy’ye verdiği sonu telafi etmek isteyen yazar, mutluluktan ne anlayacağımıza göre kolaylıkla değişebilecek olsa da kendi tarzıyla mutlu bir son vermiş okuyucusuna.
Hava kirliliği, yalnızlık, makineleşme, masumiyetin yok oluşu, kontrolsüz ve korkutucu teknolojik ilerleme, gelecek kaygısı… Yine distopik bir hava yaratmayı tercih etmiş Ishiguro ancak bunu okurun gözüne sokmadan yapmış. Aktarmak istediklerini öyle ustaca harmanlamış ki sanki her okuyan farklı bir yöne odaklansın istemiş. Diyaloglara, kıyafetlere, karakterlere ipuçları bırakarak, ilerlediği yolda tüm seçimi okuyucunun dikkatine bırakmış. Dolayısıyla kitabı bitirdiğinde arkadaşlık, iyileşme, umutsuzluk, ortak ve kaçınılmaz bir yalnızlık veya bir inanç öyküsü mü okumuş olacağına okuyucu karar verecek.
Kitabın ana karakteri Klara, bir yapay arkadaş (YA). Kendisi gibi YA’larla sergilendiği bir mağazada onu mutlu yuvasına kavuşturacak, onun arkadaşı olmak isteyecek çocuğu bekliyor. Diğer YA’lardan biraz farklı bir varlık Klara, eşsiz bir gözlem yeteneği ve çıkarım yapma beceresine sahip. Klara’nın bu özelliği hikâyeye tüm şeklini verirken ve zaman gizliden gizliye akıp giderken, insanlardan ziyade, bir robotun büyümesine -başka bir deyişle insanlaşmasına- şahit oluyoruz.
Kitabın içerisine girdikçe Beni Asla Bırakma’dan parçalar da bulmaya devam ediyor; oradaki “tamamlanma” sürecinde duygusal olarak tamamen insanlaşan klonlardan sadakat ve duygusallığı her an artmaya devam eden yapay zekâya ulaşan bir yol sürüyoruz. İnsanın hem korktuğu hem de üretmeye devam ettiği varlıkların yine kendini insana adadığı hikâyeler bunlar. Beni Asla Bırakma’daki klonların “orijinallerini” ararken ortaya çıkan sınıf farkı ise Klara ile Güneş’te Josie’nin hastalığıyla anlamaya başladığımız “yükseltilmiş çocuklar” meselesinde kendini gösteriyor.
Josie’nin birlikte büyüdüğü arkadaşı -ve sevgilisi- olan Rick’in üniversiteye giriş sürecinde, yükseltilmiş olmanın önemine odaklanıyoruz. Çocukları daha küçükken, risklerini göze alarak bir seçim yapmak zorunda olan aileler, daha iyi bir gelecek şansı için onları yükseltmeyi seçiyorlar. Josie’de gördüğümüz, hikâyenin temelinde konumlanan, ne olduğu asla tam olarak açıklanamayan ve hatta Josie’nin ablası Sal’in ölümüne sebep olan hastalığın yükseltilmişlere özel bir yan etki, alınması gereken bir risk olduğunu anlıyoruz. Miss Helen’ın (Rick’in annesi) ilerleyen süreçteki pişmanlığıyla da insanların önceliklerini sorgulamaları gerektiğinin altını çiziyor Ishiguro. Josie’nin ölüme en yakın olduğu anda bile, Rick’in de yükseltilmesine izin vermiş olmayı diliyor. Belki yalnızlık korkusu, belki de maddi sebeplerle yükseltilmemiş olmanın sonuçları da Rick’in üniversite mülakatında önümüze çıkıyor. Helen’ın Rick için eski bir tanıdığına ricada bulunması -daha doğru tabirle, yalvarması- gerekiyor. Çünkü yükseltilmemiş olmak toplum dışına atılmakla eş değer. Üniversitelerin büyük çoğunluğu onları kabul etmiyor ve kabul eden sayılı yerde de bu hakkı kazanmak küçük bir ihtimalden ibaret. Josie’nin cesaret olarak tanımladığı, Rick’inse fiziksel özgürlüğün önündeki engel olarak gördüğü bir süreç yükseltilmek.
Klara’nın gözlemleri arasında da sık sık karşılaşmaya devam ediyoruz sınıf farkıyla: “Birbiriyle aynı boyda olmayan iki gri bina gördüm. Birisi, bunlardan komşusu olan binanın tepesinden bakan daha yüksek binaya belki de bu eşitsizlikteki uygunsuzluğu biraz gidermek için bir karikatür resmi yapmıştı.”
Hikâyenin bir diğer zemini ise kitaba da adını vermiş olan Klara ile Güneş ilişkisinden doğan inanç kavramı. Güneş enerjisiyle çalışan bir robot olmasından kaynaklı olarak Güneş’in iyileştirici ve hatta hayat kurtarıcı bir gücü olduğunu düşünüyor Klara. Daha önce öldüğünü sandığı ve güneş ışıklarıyla ayağa kalktığını gördüğü bir dilenciyi temel alıyor bu inanca. Sadece bu görüntü yetiyor; sorgulamıyor. Klasik bir din kavramı çıkıyor burada karşımıza. Daha sonralarda, Josie’nin sağlığı için Güneş’le girilen pazarlık da bu din algısını devam ettiriyor. Güneş’le gizli bir anlaşma yapıyor Klara. Mucizevi bir an veya bir tesadüfle bu anlaşma tamamlanıyor ve Josie iyileşiyor.
İnsanı daha rahat inceleyebilmek için insan olmayan karakterlerden ilerlemeyi seçiyor Ishiguro. İnsanın yerini alması için geliştirilen bir YA’nın, insana özgü duyguları insandan daha doğru çözümleyebiliyor oluşunu gözlemliyoruz: “Josie hâlâ gülümsüyordu ama gülümsemenin ardındaki korkuyu gördüm.” Klara’nın birçok sahnede karşımıza çıkan pikselli görüşü sağlıyor bu durumu. Dış dünyada yolunu bulmakta zorlanan Klara, bir yüze odaklandığı zaman gülümsemenin ardındaki gözleri görebiliyor.
Klara’nın tüm bu başarılarının yanında, bir yandan da insanların onu konumlandırmada yaşadıkları zorluklarla karşılaşıyoruz. Bir tiyatro kapısında korku ve nefret çıkıyor karşımıza: “Eğer bu makineyi tiyatroya sokacak olursanız itiraz edeceğiz. Önce işlerimizi elimizden alıyorlar. Sonra tiyatrodaki koltuklarımızı.” Bunun haricinde, kitap genelinde birkaç defa önümüze gelen “elektrik süpürgesi” benzetmesine karşın, bir yandan da eğer Josie’ye bir şey olursa Klara’nın onu “devam ettirmesi” konuşuluyor. Bazen bir ev eşyası olarak değerlendirilen Klara, kötü bir senaryoda bir insanın yerine geçmesi düşünülen bir varlığa dönüşüyor. En nihayetinde görevini tamamladıktan sonra, “yavaşça solmak” için, eski bir ev aletinin bir köşede unutulup gitmesi gibi boş bir arazide beklemeye başlıyor.
Bir röportajında, olaylardan çok karakterlere ve onların bizlerdeki kalıcılığına önem verdiğini söylüyor yazar. Aklıma yıllar önce Beni Asla Bırakma’yı okuyuşum, aylarca aklımdan çıkaramayışım ve birkaç yıl sonra Kathy’yi hatırlamaya çalıştığımda bendeki etkisinin zayıfladığını fark ederek kendimi kitaba yeniden başlamış bir hâlde buluşum geliyor. Klara ile Güneş’te de buna yakın bir etki yaşadığım söylenebilir. Belki Ishiguro’nun kendine has üslubu sayesinde, belki de sadece sonuna değil, tüm yola eklenen duyguların etkisiyle Klara da -Kathy kadar olmasa da- uzun bir süre aklımın bir köşesinde kalacaktır. Adeta imza niteliğindeki cümleleriyle, yoğun ama yormayan duygusallığıyla yaratıyor bu etkiyi yazar. Daha en başından okuyucuyu içine çeken, her cümlesinin ardındaki ustalığı hissettiren bir kitap Klara ile Güneş.