Toshikazu Kawaguchi’nin 2015 yılında romanlaştırdığı Kahve Soğumadan Önce, Epsilon Yayınevi aracılığıyla Mayıs 2021’de Türkiye’deki okurlarıyla buluştu. Aslen tiyatro oyunu olan bu kitap, yurtdışı baskısını hazırlayan editörün, oyunu seyrettikten sonra yazarı bu oyunu kitaba çevirmeye ikna etmesiyle ortaya çıkmış. Tiyatro sahnesinde ne kadar etkileyici olduğu hakkında bir yorum yapamasam da roman hâlinin ortalamanın çok çok altında kaldığını rahatlıkla söyleyebilirim.
“Geçmişe gidebilseydiniz kiminle buluşmak isterdiniz?” cümlesiyle iddialı bir giriş yaratmayı hedefleyen kitap, bu iddiasını daha ilk sayfalarda kaybediyor. Şehrin ara sokaklarından birindeki bir kafede özel bir sandalye olduğu söylentisiyle başlıyoruz hikâyeye. Bu sandalye -haddinden fazla kuralıyla- sizi seçtiğiniz bir zaman dilimine götürüyor. Sadece bu kafeyi ziyaret etmiş kişilerle buluşabiliyorsunuz ve geçmişteyken yapacağınız hiçbir şey şimdiki zamanı değiştirmenizi sağlamıyor, kafeye girdiğinizde bir müşterinin orada oturması ve onun kalkmasını beklemeniz gerekiyor (Bu kuralın aslında böyle olmadığını öğreneceğiz ilk hikâyede.) Ayrıca, sandalyeye oturduktan sonra yolculuk bitene kadar yerinizden kalkamıyorsunuz ve bu yolculuk, kahveniz fincana dolduğu anda başlarken kahveniz soğuduğunda sona eriyor.
Yazar, dört ziyaretçinin hikâyesinden ve “yolculuklarının mucizevi sonuçlarından” bahsedeceğini söyleyerek beklentiyi yükseltmek istese de ilk hikâyesi ile adeta okuyucusunun hayal gücüne hakaret ediyor. Fumiko adında genç bir kadının sevgilisiyle ayrılık sahnesine şahit oluyoruz. Duygudan, hatta konuşmadan yoksun bu ayrılık sonrasında sevgilisinin Amerika’ya gidişiyle yalnız kalan Fumiko’nun tek isteği, o güne geri dönerek Goro’ya “gitme” demek. Bunun sebebi ise ailedeki tek bekar olması ve hayattaki yegâne hedefinin evlilik hâline gelmesi.
Fumiko’nun geçmişe gidebilmesi için sandalyede oturan kadının kalkmasını beklemesi gerekiyor. Tam da bu bölümde yeni kurallar öğreniyor ve mevcut kurallardan birinin değiştiğini görüyoruz. Sandalyede bir müşterinin oturması değil, tam aksine sandalyeden asla kalkmayan bir kadının günde bir defa gerçekleştirdiği tuvalet molasında orada olmanız ve bu boşluğu değerlendirmeniz gerekiyor. Bu kadın ise eski bir yolcu ve kurallardan birine uymadığı için hayalete dönüşerek ömrünün sonuna kadar bu sandalyeye bağlanmış. Fumiko henüz bu bilgiye sahip değilken kadını sandalyeden kaldırmaya çalışıyor ve kadın tarafından “lanetleniyor”. Üzerine pek fazla düşünülmediği belli olan bir yöntemle, hayalet kadına yapılan “Biraz daha kahve alır mısınız?” teklifiyle, lanet bozuluyor. Fumiko sabretmeyi öğreniyor, kadın kalktığında sandalyeye geçerek geçmişe gidiyor ve ayrılık konuşmasını tekrar yaşıyor. Geçmişte yaşananları değiştiremeyeceğini kabullenmesi ve geleceğe bakmaya karar vermesiyle ortaya çıkan “geleceğin bize bağlı olduğu bilgisi” de okuyucuda büyük bir şok(!) yaratıyor.
Her yolcuyla, kendi hikâyesi öncesinde kafedeki müşteriler veya işletmeciler olarak bir şekilde temasa geçiyoruz. Bana kalırsa, yazarın başarmaya yaklaştığı tek nokta da bu olmuş. Alzheimer hastası olan Fusagi ve artık kim olduğunu hatırlamadığı eşi Kothake’yle de bu sistemle tanışıyoruz. Kothake, eşinin hastalığının başlangıcından öncesine giderek devamlı olarak bahsi geçen bir mektubu okumaya çalışıyor. İlk hikâyedeki sığlığa oranla seviye bir nebze de olsa yükselirken mektuba ulaşan Kothake, kocasının en büyük korkusunun onu unutmak olduğunu öğreniyor. Fusagi’nin isteği, eğer bir gün karısını unutursa, hemşire olduğu için bir görev gibi yanında kalacağını bildiği Kothake’nin onunla ilgilenmesi değil de hayatına devam etmesiyken, bu mektubu okuyan Kothake kocasıyla yalnızca bir hasta gibi ilgilenmeyi bırakarak her gün yeniden kendini hatırlatmaya başlıyor.
Üçüncü bölümde zaman yolculuğu nihayet anlam kazanıyor. Hirai ve Kumi adında iki kardeşin hayatına tanıklık ediyoruz. Aile otelini işletmeyi reddeden Hirai, tüm yükü kardeşi Kumi’ye bırakarak ailesini terk etmiş ve Kumi ablasıyla bağ kurmak için devamlı olarak onu ziyaret etse de Hirai ondan kaçıp durmuş. Kardeşinin son ziyaretinde de onunla görüşmeyi reddeden Hirai, Kumi’nin dönüş yolunda bir kaza geçirdiğini ve öldüğünü öğrenince üç gün öncesine dönerek Kumi’yle buluşuyor ve eve döneceğine söz veriyor. Kahveyi soğumadan içmeyen yolcuların geçmişte yaşayan hayaletlere dönüşmesi sebebiyle Hirai’nin fincanına konulan -sadece ölülerle görüşmeye gidildiğinde kullanıldığını öğrendiğimiz- alarm çalıyor ve Hirai kahvesini bitiriyor. Böyle bir seçenek varken bu alarm neden her yolculukta kullanılmıyor düşüncesi akılları kurcalasa da yazardan tatmin edici bir açıklama bulamıyoruz bu sahnede de.
Kitabın bitmek üzere oluşuna sevinerek geçtiğimiz son bölümde, evlenmekten başka hiçbir derdi olmayan Fumiko’nun üç yıl sonraya -Goro’nun döneceğini söylediği zamana- gitme isteğiyle öğreniyoruz ki sandalye, yolcularını aynı zamanda geleceğe de götürüyor. Bu bilgi sonrasında Fumiko karakteri görevini tamamlıyor ve onu aradan çıkarmak için yeni bir kural doğuyor: Zaman yolculuğuna çıkan bir insan ikinci defa bu deneyimi yaşayamaz. Önceki bölümlerde böyle bir şey yaşanmadığı için yazarın en azından kendiyle çelişmiyor oluşuna sevindiğimiz bu bilgi sonrasında Nagare ve Kei’nin hikâyelerine geçiyoruz.
Kalp hastası olan Kei, sağlığını tehlikeye atacak ve sonucunda muhtemelen onun ölümüne sebep olacak bir hamilelik yaşamakta. Geleceğe giderek bir defa da olsa çocuğunu görmek istiyor. On yıl sonra saat 15:00’e gitmek isterken -kırk yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek bir karışıklıkla- on beş yıl sonra saat 10:00’a gittiği için kızını bulmakta zorlanıyor. Üçüncü bölümde gelecekten gelerek onunla fotoğraf çektirmek isteyen ama kim olduğunu bilmediği “o kız”la karşılaşıp, yolculuğunda bir şeylerin ters gittiğini fark ettiği sırada, yine öğrenemediğimiz bir sebeple o an şehir dışında olan Nagare onu arayarak durumu açıklıyor ve büyük kavuşma garip bir soğuklukla gerçekleşiyor. Muhtemelen yazmaktan sıkılan Kawaguchi, lafı çok uzatmadan kitabı sonlandırıyor.
Güzel bir konseptin kötü bir uygulaması olan kitap, tuhaf ve spesifik tasvirleri, kopuk diyaloglarıyla yapaylık hissi uyandırıyor. Neden bu kadar önemli olduğunu anlayamamamıza ve hikâyelere hiçbir katkısı bulunmamasına rağmen herkesin pantolonunun renginden çantalarının desenine kadar öğreniyoruz. Bu da yetmiyor ve her karakterin nasıl, ne zamandır ve neden böyle hissettiğini tüm detaylarıyla açıklıyor yazar. Karakterler okuyucuyu bezdirecek sıklıkla kuralları tekrarlayıp duruyor ve kimi kurallar hikâyeye uysun diye değişiyor keyfi bir şekilde. Üç kelimelik cümlelerle bir ortaokul öğrencisinin kaleminden çıkmış izlenimi uyandıran ve uzun süredir ilk defa okurken harcadığım zamana pişman eden bir kitap olan Kahve Soğumadan Önce’ye veda ederken tek dileğim, Kawaguchi’nin tiyatro sahnesine yakın kalıp, roman türüyle ilişkisini sonlandırması.
Fotoğraf: Ömer Aydın
Güzel bir yorumlama olmuş gerçekten okurken beni de boğan bir kitaptı aynı düşüncelere sahip olmamız iyi olmuş.