Evlilik dışı bir ilişkinin sonucu olarak 19 Aralık 1910’da Paris’te dünyaya gelen Jean Genet, hayat kadını olan annesi tarafından yedi aylıkken kimsesizler yurduna bırakılır. Gençlik yıllarında annesinin ismini öğrenmekten öteye gitmeyecek, babasının izini ise hiçbir zaman sürmeyecektir. Yedi yaşına gelince çiftçi bir ailenin yanına verilir. Uyumsuz ve sorunlu karakteri sebebiyle daha çocuk yaşta suça sürüklenir. On yaşında hırsızlık suçuyla yargılanır ve ıslahevinin yolunu tutar. Altı yıllık ıslahevi süreci Genet’yi daha da kötü hâle getirecektir. On altı yaşındayken, acımasızlığıyla meşhur “Mettray Islahevi”nden firar edip Fransız sömürge birliğine katılır. Eşcinsel olduğu anlaşılınca ordudan atılır. Düzenli bir hayatı ve yasal bir işte çalışmayı bünyesi kaldırmayan Genet, sokaklarda serseri hayatı sürüp, hırsızlık ve seks işçiliği yaparak geçimini sağlamaya çalışır. Günden güne kötüye giden hayatı Genet’nin başını bela çukurundan çıkarmaz. Kimsesizliğin, mutsuzluğun ve sevgisizliğin acısını suç işleyerek çıkaran Genet özgürlüğünü de yitirir. Defalarca hapse girip çıkar. Gençlik yıllarını hapishane ve sokaklarda heba eder. Suç işlemek ve hırsızlık yapmak onun için bağımlılık hâline gelir artık. Suç kavramı kutsal, suç işleme eylemi insan doğasının yüce ihtiyaçlarından biridir ona göre.
1942’de Fransa’da hırsızlık, kaçakçılık ve yan kesicilik suçuyla onuncu kez yargılanır ve müebbet hapse mahkûm edilir. Kalemi kâğıdı eline alıp, ilk romanı “Çiçeklerin Meryem Anası”nı yazar. “Gülün Mucizesi (1946)” “Cenaze Merasimi (1947)” “Hırsızın Günlüğü (1948)” kitapları Fransa’da pek çok yazarın ilgisini çeker. Jean Paul Sartre, Jean Cocteau ve Andre Gide gibi önemli yazarların, Jean Genet’nin serbest bırakılması için cumhurbaşkanına verdikleri dilekçe sonucu 1949’da affedilir ve özgürlüğüne kavuşur. Hapishaneden çıktıktan sonra yazmayı bırakıp inzivaya çekilir. Bu durumu, “Kitaplarımı hapishaneden çıkmak için yazdım. Çıktıktan sonra yazmanın bir anlamı kalmadı.” sözleriyle ifade etse de altı yıl süren suskunluğunun ardından arka arkaya tiyatro eserleri yazar. “Balkon” oyunuyla genelev ve fahişeleri, “Sıkı Gözetim” oyunuyla hapishane dünyasını ve mahkûmları, “Zenciler” oyunuyla aşağılanan siyahileri ve “Paravanlar” oyunuyla Fransa’nın sömürgeci zihniyetini ele alır. “Paravanlar” Fransız hükümetini fazlasıyla rahatsız etmiş, muhafazakâr ve milliyetçi kesim oyunun yasaklanması için büyük çaba sarf etmiştir.
Genet’nin hayal gücü de kendi dünyası gibi suçlarla doludur ve sıradan olana uzaktır. Toplumsal düzene, otoriteye ve geleneğe karşı tutum sergileyen Genet; pisliği, suç dünyasını, şiddeti; şiirsel ve müstehcen bir dille anlatır. Hırsızlar, fahişeler, katiller, kaçakçılar ve düşkünler Genet’nin edebi dünyasını oluşturan karakterlerdir. Ahlak kurallarını ve normları eserlerinde bile isteye göz ardı eder çünkü bunlar Genet için zırvalıktan başka bir şey değildir.
Edebiyat dünyasında Genet için işler yolundadır. Dönemin “Beat Kuşağı” yazarları tarafından da büyük saygı görür. Oyunları pek çok ülkede sahnelenirken, 1964 yılında, yakın arkadaşı Abdullah Bentaga’nın intiharıyla işler değişir. Dostunun intiharı Genet’yi derinden etkiler ve yıkıcı bir bunalıma girmesine neden olur. Uzun süre kendini toparlayamaz. Yıllar sonra o süreci, “Yaşam zevkimi yitirmiştim. Yazdığım taslakları yaktım, hiçbir şeyin benim için anlamı kalmamıştı; yine de Fransa dışına çıkmadan önce bir vasiyet kaleme almayı unutmadım.” sözleriyle anlatır. 1967 yılında, vasiyetini yazdıktan kısa süre sonra İtalya’nın “Domodossola” şehrinde bir otele yerleşir ve çok sayıda uyku hapı içerek intihar girişiminde bulunur. Ölümden dönen Genet için artık her şey bambaşkadır. Siyasi açıdan kalemini yılan deliğine sokmaktan çekinmez artık. Anarşist ruhu ve uzlaşmadan uzak karakteri sebebiyle, Fransa’da Cezayir ve Fas uyruklu göçmenleri, ABD’de Kara Panterler’i, Almanya’da Kızıl Ordu’yu, Ürdün’de El Fetih gerillalarını ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nü destekler. Kısaca, faşizm ve emperyalizm tarafından hakları ve kimlikleri ellerinden alınıp zulüm gören kim varsa, Genet onlarla aynı safta mücadele etmekten çekinmez. Defalarca Ortadoğu’ya seyahat eder. Gerilla kamplarını ziyaret eder. Filistin halkının çektiği sıkıntılara şahit olur. Ürdün’de sınır dışı edilir. ABD’ye girişi yasaklanır. Uzun bir zamandan sonra Fransa’ya dönen Genet değişmiş, aydınlanmış ve dinginleşmiştir artık. 1979’da gırtlak kanserine yakalanır. 1970-1984 yılları arasında kamplarda gördüklerini ve yaşadıklarını anlattığı son romanı “Sevdalı Tutsak” ile yirmi yıl süren yazınsal sessizliğini 1986’da bozar. Kitap yayımlandıktan kısa süre sonra, Paris’te hayata veda eder.
“İnsan Genet’yi tanımışsa yara bere almadan kurtulamaz.” der Juan Goytisolo. Yakın arkadaşı olan Faslı yazar Tahar Ben Jelloun, “Jean Genet: Yüce Yalancı” kitabında Genet’nin hayatını, “Kaybedecek bir şeyi yoktu. Bütün yaşamını polisten kaçarak, uzak durarak, her yöndeki denetçileri kandırarak geçirdi. İkameti yoktu, gardrobu yoktu, hobisi yoktu, kurtarılacak ünü, ailesi, kökleri yoktu. Her şeyi reddetti ve kendi yaşamını ezeli bir tatminsizlik hâline getirdi; asla hoşnut kalmayan asi doğmuş birinin yaşamı.” ifadesiyle özetler. Genet’nin vasiyeti yerine getirilir. Fas’ın Loroche kentinde küçük bir İspanyol mezarına gömülür. Mezarlık bir hapishane ve bir genelevin ortasındadır. Çürüdüğü yerin konumu Genet’nin hayatına bakılırsa fazlasıyla manidardır. Çünkü Genet için dünya ile hapishane ve genelev arasında hiçbir fark yoktur.