YALNIZ BİR AVCI: RICHARD BRAUTIGAN

Amerika’nın Washington Eyaleti’nde bir liman şehri olan Tacoma’da, 30 Ocak 1935’te dünyaya gelir Richard Brautigan. Doğar doğmaz, kendini belirsizliğin ve kimsesizliğin kucağında bulur. Çünkü babasının kim olduğu bilinmez. Brautigan ölünceye dek babasını tanımayacak, babası ise oğlunun varlığından o ölünceye dek haberdar olamayacaktır. Zor bir çocukluk geçiren Brautigan, hayatı boyunca çocukluğuna dair anılarını kurcalamaktan geri durmayacaktır. Çocukluk anılarından kurtulamayışını, “Çocukluğumun atıklarını inceliyorum. Onlar, biçimi veya anlamı olmayan uzak bir yaşamın parçaları. Tıpkı pamuk tiftikleri gibi öylece ortaya çıkıyorlar.” sözleriyle dile getirir.

Henüz yirmili yaşların başında karakolun camını tuz buz etmesi sebebiyle kısa süreliğine hapsi boylar. Davranışlarının pek de normal olmadığı gözlemlenince Oregon Eyalet Hastanesi’ne sevk edilir. Orada kendisine şizofreni teşhisi konur ve şok tedavisi uygulanır. 1950’li yıllarda klasik edebiyat anlayışına bir tepki olarak doğan “Beat Kuşağı” akımının rüzgârına kapılır ve karavanıyla doğada gezintiler yapıp şiir yazmaya başlar. Dergilerde şiirleri yayımlanmaya başlayınca edebi iştahı günden güne artar. Yazar olmayı çocukluğundan beri arzulayan Brautigan 1957’de evlenir ve ilk kitabına şiir türüyle kavuşur.

Yazarlığının ilk yıllarında kitabını sokaklarda satarak adını duyurmaya çalışır. Karamsar, içe kapanık ve kırılgan yapısı sebebiyle diğer Beat Kuşağı yazarlarından farklı bir profil çizer. Aynı rotada ilerlediği, döneminin akımını temsil eden diğer Amerikalı yazarlar gibi anarşist bir ruha sahip olmayacaktır hiçbir zaman. Onlar gibi gezgindir ama maceraperestlik konusunda diğerleriyle boy ölçüşmeye kalkmamıştır. Deyim yerindeyse, uçurumdan atlamayı değil de uçurumun kenarına oturup güneşin batışını sessizce izlemeyi, rüzgârın uğultusunu bilge edasıyla dinlemeyi seçen, ender rastlanan bir ruhtur. Dingin, coşkudan ve çılgınlıktan uzak, nahif yapısı yalnızlık bekçisi olduğunun kanıtıdır. Bu sebeple uzun bir süre karavanla dolaşarak doğada yaşamı tercih eder. Doğal yaşam, sessizlik ve dinginlik onun için adeta bir ilham kaynağı hâline gelir. Çağdaşları gibi Big Sur müdavimi olunca Zen ve Budizm ile yakından ilgilenmek onun için de kaçınılmaz olacaktır. Sonraki yıllarda roman türüne yönelir ve “Big Sur’un Güneyli Generali” isimli ilk romanı yayımlanır. Yarattığı; inzivaya çekilmiş, sessiz ve dingin karakterler aslında kendi kişiliğinin yansımasıdır. Domatese karabiber atmayı, kahveyi, balıkları ve şiirleri severler. Bu sebeple eserleri otobiyografi niteliği taşır. Kurgudan uzaktır ama öte yandan sürrealist bir hava az da olsa yer bulur romanlarında.

Döneminin edebiyat anlayışına nazaran okurlarının üzerinde çok farklı bir etki bırakır. Brautigan’ın mürekkebinde mizah, ironi ve hüzün en doğal hâliyle iç içe geçmiş ve kendisi gibi dingin bir uyum içindedir. Yalın dili ve tasvirden uzak anlatımı nesnelerden ve kavramlardan çok, insan ruhunun karmaşasını reddedip saf duygunun anlaşılması gerektiğini işaret eder. Bu özelliği de romantik okur kitlesini fazlasıyla tatmin eder. 1966 yılında yayımlanan, “Kürtaj: Tarihi Bir Aşk Romanı” ile sıradan, minimal yaşamı seçmiş, eşyanın esiri olmamış, gösterişten uzak yaşayan insanların oluşturduğu roman karakterleri sayesinde, zamanla kendi okur kitlesini oluşturmayı başaran Brautigan, edebiyatıyla Amerika’nın dışına çıkmayı da kısa sürede başaracaktır. “Tokyo Montana Ekspresi” ve “Japonya Günlükleri” romanları sayesinde Japon edebiyatseverlerin gönlünü fethetmeyi fazlasıyla başarır. “Amerika’da Alabalık Avı” romanında intihar kavramını detaylıca tasvir etmesi, zihninde intihar düşüncesinin yeşerdiğinin fark edilmeyen bir kanıtıdır aslında. 1982’de yayımlanan son romanı, “Yani Rüzgâr Her Şeyi Alıp Götürmeyecek”, Brautigan için veda niteliği taşıyan ve “sessiz bir çığlık” anlamına gelen bir eser olacaktır. “Çimlerin İntikamı” kitabında kendine sorduğu, “Hayatımın geri kalanıyla ne yapacağım?” sorusunun, uzun süre tasarladığı sonun en büyük kanıtı olacağı çok sonra anlaşılacaktır.

1983’te sahil şehri olan Bolinas’a yerleşir. O yılarda alkolün dozunu artırıp evine kapanır ve uykusuzlukla boğuşur. Hayata karşı duyarlılığını yitirip odaklanma sorunu yaşaması gelecek olan felaketin habercisi niteliğindedir. Brautigan için hayatın üstünü çizen son şey belki de sahile vurmuş cansız bir yunusa sarılıp hüngür hüngür ağlaması olur. Bu olaydan kısa bir süre sonra “Ava çıkıyorum.” diyerek arkadaşlarıyla vedalaşıp, 1984 yılının sonbaharında, California’daki evinde cansız bedeninin yanında boş bir viski şişesi ve 44 kalibrelik bir Smith Wesson tabanca ile beyni dağılmış bir şekilde, arkadaşları tarafından bir ay sonra bulunur. Kendisini hayata, topluma ve dünyaya hiçbir zaman ait hissetmeyen, geçmişin kancasına takılı kalmış, acı çeken yaralı bir ruhu 49 yıl boyunca taşımak zorunda kalan Brautigan için son av kendi hayatı olur.

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz