Televizyon sektörü, hem popüler kültürü besleyen hem de popüler kültürden alabildiğine etkilenen medya araçlarının başında geliyor. Günümüzde yeni medya olarak tanımlanan web tabanlı sosyal medya ağlarının popüler kültürün gündemini oluşturmak konusundaki yeri -artık- tartışmaya kapalıysa da- geleneksel medyanın en gözde araçlarından olan televizyonun, yeni medya ile girdiği etkileşimle kendini güncelleme becerisi sayesinde, çoğu kez sosyal medyayla el ele vererek popüler kültürün oluşumunda başat yerini hâlen koruyabildiği görülüyor.
Popüler kültür, sokağın ve gündelik yaşamın kültürüdür. Günlük gazetelerde, internette ya da televizyonda gördüğümüz bütün o “üçüncü sayfa” haberleri sokağın gerçeğini yansıtır. Sokağın gerçeği, herhangi bir televizyon izleyicisinin rahatlıkla fark edeceği gibi, olması gerekeni değil, olanı anlatır. Sokaklar güvenli değildir, sokağın gerçeği vahşi denebilecek derecede tekinsizdir. Gasp, hırsızlık, cinayet, şiddet, taciz, dip yoksulluk, açlık, evsizlik, intihar, kayıplar… Sokak ne kadar güvensizse, ev ve aile de bir o kadar güvenli liman ve sığınak konumundadır. TV yapımlarının ev-aile ya da sokak temasına oturması ve ortaya çıkan ikilik, bu açıdan bakıldığında sebepsiz değildir.
Son dönemlerde revaçta olan, bol reyting alan ya da alma iddiasında olan dizilere bakıldığında, aile ya da sokak ikiliğine uygun yapımların ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Aile, Ömer, Kızılcık Şerbeti, Yalı Çapkını gibi diziler aile-aşk temasıyla ilerleyen yapımlar iken; Kopuk, Yabani, Gaddar, Kara gibi dizilerin ise sokağı merkeze alan yapımlar olduğu fark ediliyor. İkinci kategorideki dizilerin sokağı işleyen, sokak kültürünü yansıtan, dolayısıyla bolca şiddet içeren özellikleri yanında, erkek kahramanı ve erkek kültürünü merkeze almaları da dikkat çekici. “Tutunamayan” imgesinin erkek şahsında somutlaşması da boşuna değil; kadının eş, anne ve topumda dişil bir varlık olarak tutunamayan olma şansı çok düşük. “Tutunamayan kadın”ı toplumun yüceltmek bir yana, hızla kusması, toplum dışına itmesi ya da erkek istismarıyla yok etmesi çok daha olası. Yani kadının tutunamayan olarak varlık göstermesi ve yaşama imkânı bulması çok zor.
“Erkek tutunamayan öğesinin” merkezde olduğu TV dizilerinde kahramanın etrafında bir dizi kadın bulunuyor. Bu kadınlar bir yandan erkeğe şefkat gösterip onu anlamaya çalışırken, bu köksüzlüğü ya da tutunamama hâlini gidermek için dişil bir işlev taşıyorlar. Erkeğin aile olabilmesi için yoğun bir çaba harcayıp fedakârlık yapıyorlar. Sokaktan gelen, mafya, çete ya da katil, genellikle anne-babasının mağduru ve çocukluk travması sahibi bu erkek kahramanlar “aşk” sayesinde ehlileşip kendilerine ve topluma acı vermekten vazgeçiyorlar. Burada kadının ve erkeğin rolü genellikle belirgin ve keskin hatlarla çiziliyor. Sözü edilen dizilerin adları bile popüler kültürün çokça öne çıkardığı ve olumladığı şiddete meyilli tutunamayan erkek karakterin kaba bir portresini sunmaya yetiyor: Yabani, Gaddar, Kopuk, Kara… Oldukça düşündürücü dizi isimleri. Peki aynı adlı dizilerin kahramanlarının erkek yerine kadın olması düşünülebilir miydi? Tabii ki hayır. Gerekli mi, gerekli de değil. Fakat bu durum, erkeğin popüler kültürde güncel ele alınış biçimlerine dair veriler sunması açısından hayli önemli.
Derin yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik ortamında bireysel olarak kendini kurtarmaya soyunmuş, sokakta kendi adaletini yine kendisi sağlayan, bütün bu özellikleriyle hoş ve çekici olarak sunulan erkek imgesinin, çocuklara ve gençlere rol model olarak sunulmasının, hemen bugün ortaya çıkması beklenmeyecek önemli sonuçları olacaktır. Toplumun şiddeti normal görmeye başlaması, şiddetin meşrulaşması ve sokakların güvensiz hâle gelmesi, bu olası sonuçların sadece bazıları. Eğitimi beyhude bir çaba, işsizliği kader olarak gören çocuklar, kısa sürede “yırtmanın” bir yolu olarak televizyonda izledikleri hukuk dışı ve suçlu karakterleri rahatlıkla örnek alabiliyorlar. Sokaktaki şiddet artıyor, gücü yeten zayıf gördüğünü ezmeye çalışıyor. Çalışarak para kazananın neredeyse hiç olmadığı dizilerin pompaladığı bu şiddet kültürünün en savunmasız kurbanları ne yazık ki öncelikle çocuklar ve kadınlar oluyor.
Sosyal medyanın artan etkisine rağmen televizyonun gücü hâlâ başat bir yerde dururken, televizyon dizi yapımlarının salt reyting kaygısıyla hareket ediyor olmaları, toplumsal olarak bir kısır döngü yaratıyor. “Seyirci istiyor.” ve “Bu tarz yapımlar reyting alıyor.” savunusunun yarattığı kısırdöngü nasıl aşılacak? Bu tabloda, toplumsal bir sorumluluk ve farkındalık geliştirmek konusunda sivil toplum kuruluşları, aydınlar ve aracı roller üstlenebilecek bireylerin çabası, dün olduğundan çok daha büyük önem taşıyor.