Toplumsal yaşamda olduğu gibi, beyazperde ve televizyonda da kadın karakterler gelişim ve değişim hâlinde. Klasik ekolde kadın karakter, siyah ve beyaz ayrımı gibi, iyi kadın (namuslu, fedakâr, cefakâr, masum vs.) ve kötü kadın (namussuz, yuva yıkan, tehlikeli vs.) olarak net bir şekilde betimlenir. Sinemanın ilk yılları ve televizyonda çok uzun bir süre bu ekol aşılamadı. Nasıl aşılsın ki? Erkek egemenliğinin hâkim olduğu ve kadına egemen erkekliğin penceresinden bakılan bir toplumun aynasıydı o dönemki eserler de. Öte yandan sinema ve televizyon, mevcut toplumsal yapının içindeki seyirciye hitap etmek durumundaydı. Madalyonun her iki yüzünde de kadın, cinsel bir nesne durumunda ve kendine ait bir hikâyeden yoksundu.
Köprünün altından çok sular aktı, kadın hakları mücadelesi gelişti, kadının toplumsal yaşam içindeki yeri güçlendi. İyi kadın-kötü kadın ikiliği büyük oranda aşıldı. Peki, sorunlar bitti mi? Kadının adı var mı artık? Tabii ki sorunlar bitmedi. Kadının sinema ve beyaz perdede betimlenişi artık daha “insani”. Her insan gibi, kadın kahramanın da zayıflıkları, olumsuz yanları, farklılıkları, iyi ve kötü özellikleri olabilir. Ancak bu “iyi” ve “kötü” özellikleri belirleyen, yine de erkek egemen değer yargıları değil mi? “Kötü kadın”a kötü damgasını vuran, erkek egemen toplum değil mi? “İyi kadın” da çoğu zaman bu düzene en iyi hizmet eden kadın olmuyor mu? Sorular çoğaltılabilir. Dereyi geçtik, tepeleri aştık derken, bir arpa boyu yol bile gidilemediğini düşündüren yapımlar da yok mu? Risk almaktan kaçınarak, reyting uğruna kadını geriye çeken yaklaşımlar, belki de en çok televizyon üzerinden toplumun üzerine boca ediliyor.
“Bir televizyon dizisinde aşk, entrika, ihanet olmazsa tutmaz.” anlayışını sarsan yapımlar yok değil ancak sayıca o kadar az ki… Bir soruna farklı bir pencereden bakan, toplumun gündeminde olan ancak “görülmeyen” konulara eğilen, can yakan konulardan kaçmayan… Kadın sorunu, ülkemizde ne yazık ki can yakan konuların başında geliyor. Her gün kadın cinayetlerinin işlendiği, çocukların annesiz kaldığı, sokak ortasında ya da dört duvar arasında kolayca kadınların öldürülebildiği bir ülkede kadınlar kendi kaderlerini değiştirmek için mücadeleden bir an bile olsa vazgeçmediler. Hâl böyleyken, televizyon dizilerinde hâlâ bir erkek uğruna didişen, birbirini “harcayan” kadın karakterler o kadar çok yer alıyor ki… Bu, çok insafsızca değil mi?
Geçtiğimiz haftalarda yayına giren Ne Gemiler Yaktım adlı dizide, bir şekilde erkek şiddetine uğramış ve buna rağmen ayakta kalmaya çalışan iki kadının “kız kardeşliği” ve mücadeleleri anlatılıyor. Kadın karakterlerden biri “Kadın kadının kurdudur.” derken, diğer düzeltiyor: “Kadın, kadının yurdudur.” Biz kadınlar, bu cümleyi hep birlikte düzeltmek zorundayız.
Televizyon dizilerini de belki bu bakış açısıyla izlemek, irdelemek, sorgulamak, bu “düzeltme”nin pratiğini seyirci refleksleriyle göstermek gerekiyor. Belki de artık yüksek sesle, “Bir erkek uğruna didişen kadınları görmek istemiyoruz.” demek gerekiyor. Yasak Elma, Yalı Çapkını, Şahane Hayatım, Sakla Beni… Erkeğin merkezde olduğu, kadınların erkek karakter etrafında birbirlerinin kurdu olduğu yapımlardan sadece birkaçı. Bu bakış açısının demode olduğu, geçmişte kaldığı, kadınların dayanışma isteğinin güçlü olduğu mesajı TV ve sinema yapımcılarına nasıl iletilecek? Bu farkındalık süreci nasıl hızlandırılacak? Belki de konuyla ilgili olarak en fazla kafa yorulması gereken sorular…
Öte yandan kadın gücüne, kadın dayanışmasına çeşitli tonlarda vurgu yapan televizyon dizilerinin gündeme geliyor olması da umut verici. Ne Gemiler Yaktım adlı yapım bunlardan biri. En azından böyle başladı, böyle devam etmesini umuyoruz. Televizyonda açık bir şekilde güçlü kadın hikâyeleri görmek istiyoruz. Yeni yayına giren Sandık Kokusu da söz konusu erkek egemen bakış açısının tuzağına düşmemiş gibi görünüyor; daha ikinci bölümden itibaren tek başına ayakta kalmaya çalışan dik ve güçlü bir kadının mücadelesini anlatmaya soyundu. Dilek Taşı adlı dizi de senaryosunu güçlü bir kadın hikâyesine dayandırma çabası içinde.
Umut edelim ki ekranda kadın dayanışması kendine çok daha fazla yer bulsun. Ama bu bir etkileşim meselesi. Kadın seyircinin sesinin, refleksinin daha net ve görünür olması, bu süreci hızlandıracaktır. Öyleyse, bize umut etmekten fazlası gerek…