Sinema filmlerinden uyarlanan video oyunları ile oldukça sık karşılaşıyoruz. Bilhassa çizgi roman eserleri önce sinemaya uyarlanıyor, ardından hem konsol hem de bilgisayar olmak üzere video oyunları hazırlanıyordu. Son yıllarda ise video oyun endüstrisinin sinema niceliğine yaklaşmasıyla, artık oyunların da sinema ve dizi uyarlamalarını görmeye başladık. 2019 yılında Henry Cavill’ın da başrol oynadığı Netflix yapımı The Witcher ile video oyunu uyarlamalarının ilk ciddi işini seyrettik. Yalnızca video oyuncusu izleyici kitlesi değil, oyunun evreniyle, hatta oyun oynamak denen eylemin kendisiyle hiç alakası olmayan bir izleyici kitlesini de çekerek başarılı bir yapım olmayı başardı.
Şimdi HBO yapımı bir başka video oyunu uyarlaması ile karşı karşıyayız: Neil Druckmann ve Craig Mazin’in yarattığı The Last of Us. Game of Thrones ile hayran kitlesi kazanmış, Lady Mormont olarak bildiğimiz Bella Ramsey ve Oberyn Martell rolüyle, kısa ekran süresine rağmen akıllara kazınan Pedro Pascal da iki önemli oyuncusu yapımın. Yapım, BluTV aracılığı ile ülkemize giriş yapıyor. Türkçe dublaj özelliği ile sunulması, ülkemiz seyirci havuzu açısından bir artı. BluTV’nin de HBO’nun böylesine nitelikli bir yapımını getirmiş olması takdire şayan.
Mesele uyarlama olunca en büyük sorunsal, uyarlanan eseri önceden tüketmiş kitlenin karşılaştırmaları oluyor. Roman uyarlamalarında da okuyucular sinema ürününü roman ile kıyaslıyor; dramaturji için feda edilen kısımlar yahut eklenen yeni parçalar için tartışmalar sürüp gidiyor. Bütün uyarlamaların geçmesi gereken bir sınav bu. İş video oyununu uyarlamaya gelince de aynı sorunsal ortaya çıkıyor. The Last of Us, senaryosu ve karakter merkezli duygusal hikâye anlatımı ile uyarlanmaya oldukça müsait bir yapımdı. Şimdiye kadar üç bölüm yayınlandı ve oyuncular da oldukça memnun gözüküyorlar.
Yayınlanmadan önce en büyük tartışma Bella Ramsay’in hayat verdiği Ellie karakterine benzememesi üzerinden yürütülmüştü. Dizinin üçüncü bölümü itibariyle söylenebilir ki Bella Ramsay müthiş bir ustalıkla rolün altından kalktı ve tüm tartışmayı bir anda bitirdi. Ellie hususunda herkes memnun gözüküyor. Tabii aynı memnuniyet Joel rolünü üstlenen Pedro Pascal için de geçerli.
HBO’nun yüksek bütçesiyle birlikte oldukça başarılı mekân tasarımları da göze çarpıyor. Harabe hâline gelmiş kentler ve doğanın ele geçirmiş olduğu çevre müthiş gözüküyor. Çoğu kıyamet sonrası eserde göze batıp rahatsız eden çevre konusu oldukça iyi ele alınmış. Ekranın hiçbir noktasında bir baştan savmışlık yahut ucuzluk gözükmüyor.
Bu noktadan sonra gelelim hikâyemize… Sürpriz bozan unsurlar içerecektir.
Normal şartlar altında insan vücudunda barınamayacak olan mantar türlerinin evrim geçirmesi ve insan bedeninde ikamet edebilme kabiliyeti kazanmalarıyla bir salgın başlıyor. Bu noktada mantarların dizide belirtildiği şekliyle, 34 dereceden yüksek sıcaklıkta hayatta kalmaya nasıl evrimleştiği sorusu, son yıllarda balon gibi şişirilen küresel ısınma histerisi ile cevaplanmış. Küresel ısınma ile gezegen ısınmış ve bir mantar türü olan kordiseps buna uyum göstermiş. Salgının öz hikayesi bu. Bana zayıf hissettirdi. Ancak işe yarar.
2003 yılında salgın başlar. Yalnızca birkaç gün içinde tüm mevcut sistem çökecektir. Joel’ın perspektifiyle kıyametin koptuğu geceyi izliyoruz evvela. Joel bu gece dramatik bir şekilde kızı Sarah’ı kaybediyor. Gecenin ardından hikâye akışımızın geçeceği 2023 yılına, o geceden yirmi yıl sonrasına geçiyoruz.
Joel ve beraber yaşadığı Tess, Boston’da bir karantina bölgesinde orta çaplı kaçakçılık işleri ile uğraşmakta. Kıyamet sonrası düzende baskıcı bir dikta rejimi kurulmuş ve artık süreklileşmiş olağanüstü hâl ortamı ile insanların sokak ortasında halka açık şekilde asıldığı manzaraları görmek mümkün. Bir de “Ateş Böcekleri” denen, bu askeri rejime karşı mücadele eden bir grup da var. Ancak Joel işin siyasetine karışmadan kayığını yüzdürme derdinde. Kızını kaybetmenin acısı onu hepten umursamaz ve ruhsuz birisine çevirmiş durumda.
Ancak olaylardan uzak kalıp “ticaretlerine bakma” dertleri kısa sürer. Joel’un kardeşi Tommy’nin başı beladadır. Joel haber alamadığı kardeşine ulaşmak için bir araç ve batarya arayışına girer Tess’le birlikte. Bu noktada olay örgüsü onların yolunu Ellie ile kesiştirecektir.
Ellie -henüz nedenini bilmediğimiz şekilde- bağışıklığa sahiptir. Ateş Böcekleri onu bir tesise götürüp tedavi üretimi için kullanmak istemektedirler. Ancak bir çatışma yüzünden Ellie’yi KB’nin dışına götürecek lojistikten yoksun kalırlar ve bir anlaşma neticesinde bu iş Joel ve Tess’e kalır.
Tess’in -oyundan farklı şekilde- ölümü üzerine Joel ve Ellie baş başa kalırlar. Aslında bundan ötesi tipik bir yolculuk hikâyesi. Karakterler arasında adım adım yakınlaşma başlar. Sebebi oldukça doğaldır: Ellie bir yetimdir, Joel da aşağı yukarı Ellie yaşındaki kızını 20 yıl önce kaybetmiştir. İki karakter arasında bir baba-kız ilişkisi gelişir. Yol hikâyesinin yanında bir drama unsuru da bu. Ve bu baba-kız hikâyesinin en iyi işlendiği anlatılardan biri. İleriki bölümler de oyuncuları tatmin edecek mi, göreceğiz. Şimdiye kadar The Last of Us başarılı bir uyarlama ve esas kitlesini de memnun etti. En büyük soru şu: Oyunla hiç alakası olmayan birisine de hitap edebilir mi? Cevap kesinlikle evet. Oyunla, hatta konsept olarak oyun oynamakla tamamen uzak olsanız dahi tanıdık bir baba-kız ve yol hikâyesi olması, ayrıca çok kaliteli bir prodüksiyon olmasıyla da sizi içine çekecektir