MURAT MENTEŞ & HAKAN KARATAŞ İLE SÖYLEŞİ: “İMKÂNSIZ AŞK DA İMKÂNSIZ ARTIK”

Sevilen büyük romanların yazarı Murat Menteş ve çizgi dünyamızın önemli sanatçılarından Hakan Karataş’la, Alfa Yayınları tarafından yayımlanan “cazip ve tesirli” çizgiromanları Tabancalı Kız’ı konuştuk.

Tabancalı Kız nasıl ortaya çıktı?

M.M.: İlkin bir film projesiydi. Senaryoyu yazarken çok uğraştım. Hikâye basit gibi görünebilir. Fakat yazması kolay değil. Kurgu, duygusal ton ve anlatım epey uğraştırdı. Sinemaya emek veren ve edebiyat birikimine sahip Safa Önal, Bülent Oran gibi Yeşilçam senaristlerini yıllardır dikkatle takip ediyordum. Erdoğan Tünaş, Ahmet Üstel, Sadık Şendil, Yavuz Turgul… Son derece bilinçli ve yetkin yazarlar. Şöyle düşündüm: Ben 1970’lerde onların arasında olsaydım nasıl bir hikâye yazardım? Ve Tabancalı Kız’ı yazdım. O dönemde geçen bir senaryom daha var. Üçüncüyü de yazıp, “70’ler Üçlemesi” adı altında toplamak iyi fikir gibi görünüyordu.

Kapakta, kitabın türü “cinai melodram” diye geçiyor. Bu adlandırma size ait, değil mi? Ve gördüğüm kadarıyla çabucak benimsendi.

Evet. Yani “cinai melodram” kavramını ben ürettim. Ve haklısınız, böyle bir tür adı zaten varmış gibi algılıyor birçok kişi. Eh, bu da işimi şiirsel bir isabetle yaptığımı gösteriyor. (Gülümsüyor)

İkiniz de kariyeriniz boyunca dikkat çeken ve sevilen eserler ortaya koydunuz. Tabancalı Kız, külliyatınızda oldukça farklı bir yere sahip. Betimlemelerden ve sahneye değişik bir hava katan karikatürize teknikten uzak. Bu farklılık işin üretim sürecinde neyi değiştirdi?

H.K.: Karikatürlerde tiyatro sahnesi tasarlanır. Bu işte farklı olan, sinema disiplininin devreye girmesi oldu. Değişik kamera açıları, geçişler, ışık, renk oyunları… Bunların dışında üretim süreci aynı.

Murat Bey, ilk defa ana karakteriniz bir kadın. Bu değişikliğin nedeni neydi?

M.M.: Aslında, Tabancalı Kız, ilk romanım Dublörün Dilemması’nı yazmadan önce de gündemimdeydi. 2000’lerin başları… Benim zihnimde geleneksel “kadın-erkek” ayrımı yok, diyebilirim. Tek tek insanları anlamayı, tanımayı daha isabetli buluyorum. Kişileri önemsiyorum. Feminist bir okuma, romanlarımda kadınların iyi konumlandırılmadığı yargısı doğurabilir. Fakat kadını konumlamak iddiasında değilim zaten. Simone de Beauvoir’nın meşhur sözü: “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Yani kadın karakter yazmaktan kaçınmakta, belki kadına saygının payı vardır. Ayrıca yazar, ideolojik talepleri karşılaması gereken bir borçlu mudur, emin değilim.

Kader Kardinal ilk andan itibaren Türkan Şoray’ı düşünerek mi yazıldı? Eğer öyle olmadıysa hangi aşamada Türkan Şoray’a dönüştü?

M.M.: Tüm saygımla söylüyorum: Türkçede “gül” tüm çiçeklerin ortak adıdır. Türkülerde, masallarda, destanlarda… “Çiçek” yerine “gül” deriz. Bana öyle geliyor ki Türkan Şoray da gülün tüm çiçekleri temsil etmesi gibi, Türkiye’deki tüm kadınları temsil ediyor. Bu çok ilginç bir kültürel, tarihsel, sanatsal gerçek. Türk kadınının itirazlarını, uzlaşmalarını, isteklerini, sunduklarını, havasını, ahengini, sözünü, sesini en iyi Türkan Şoray karşılıyor bence. Akademisyen, işçi, müzisyen, doktor, öğretmen, çiftçi… Ülkemizdeki tüm kadınlarda biraz “Türkan Şoraylık” yok mudur? 

Türkan Şoray’ın temsil gücü nereden geliyor?

M.M.: Sporcular, icracı müzisyenler, oyuncular genellikle iktidardan yanadır. Yani entelektüel temelli bir uğraşısı olmayan popüler kimseler; iktidarın ilgisine, taltifine, bahşişine kolayca kapılırlar. Muhammed Ali Clay ABD ordusuna asker yazılıp Vietnam’ın işgaline katılmayı reddettiğinde Bertrand Russell onu telefonla arayıp tebrik etmişti. Çünkü Ali bir sporcuydu ve iktidara itiraz ediyordu. Yani kütleçekim kuralına uymuyor, siyasi starın yörüngesine girmiyor. Bu, istisnai bir tutumdu. Türkan Şoray da bizim Muhammed Ali’miz. Sadece prestijini değil, onurunu da koruyarak bugünlere geldi. Ali şiir yazar, şarkı söylerdi. Türkan Hanım da filmler yönetti, kitap yazdı. Ali protestocuydu. Türkan Şoray da mesafe ayarladı, bazı eylemlere katıldı. Siyasi erk sahiplerini pohpohlamadı. 

Tabancalı Kız’da Al Pacino ve Robert De Niro’yu dördüncü kez aynı sahneyi paylaşırken görüyoruz. Çok büyük isimlerin yer aldığı bir projede yönetmen koltuğunu paylaşıyorsunuz. Bu isimlere istediğinizi dedirtmek, istediğinizi yaptırmak nasıl hissettirdi?

H.K.: Kendi adıma oldukça eğlenceli bir deneyimdi. 

M.M.: Hem de benzersiz, keşif sevincine dönüşen bir eğlence. Çizgiromanın imkânlarının, sinemanın imkânlarını aştığı bir bölge var. Biz de o bölgede hareket ettik. Sevinç, çocuksuluk ve sanatsal enerji içeren bir karışım diyebilirim.

Hakan Bey, bu işten “deli işi” olarak bahsediyor. Böyle düşünmenize rağmen devam etmenizi sağlayan en büyük motivasyon kaynağınız neydi?

H.K.: Delilik, tutarlılık ve süreklilik gerektirir. Biraz bu anlamda kullandım deliliği. Çizgiroman yapım süreci uzun ve zahmetli bir süreç. Her zamankinden daha fazla yalnız kalmayı, masa başında günler, haftalar, aylar geçirmeyi göze almalısınız. Dışarıdan bakıldığında hiç çalışmayan, öylece oturan bir “deli” gibi görünürsünüz.

M.M.: Ve arada bir birilerinin delice işlere kalkışması gerek sanırım. 

Tabancalı Kız, klasik bir katil-polis hikâyesi değil. Bu kadar cinayete rağmen ikilimizin arasındaki ilişki daha büyük bir yer kaplıyor. Aksiyon yerine duygusallığı ön plana çıkarma nedeniniz neydi?

M.M.: Buna itiraz edeceğim. Çünkü aslında Tabancalı Kız avantür bir hikâye. Fakat hikâyesi, güçlü yani. Dolayısıyla duygular okura fazlasıyla geçiyor. Ve belki bu nedenle, daha ziyade romantik gibi görünüyor. Düşünürseniz araba takibi, çarpışmalar, cinayet, kovalamaca, infaz, işkence, yıkım, operasyon… Aksiyon namına ne ararsanız var yani. (Gülümsüyor)

Tüm dünya ikilimize karşı gibi. Aileler, arkadaşlar, sorumluluklar, kanunlar, suçlar… İnsan etrafındaki bunca şeye rağmen istediğini yapabilir mi?

M.M.: Yapamaz. Teoman’ın da dediği gibi “Kaderi silemem / Sana da kıyamam…” (Gülümsüyor)

Bu soru Hakan Bey’e. Silah çekmiş bir kadının gözlerindeki hüznü yansıtmak ve bunu gözyaşı çizmeden, kaşları çatmadan yapmak büyük ustalık. Gerçekten de Türkan Şoray’ın dört gözü varmış, ikisini bu kıza vermiş. Çizim sürecinden, model olarak kullandığınız şeylerden, sahneleri oluştururken ki ruh hâlinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

H.K.: Ön hazırlık aşaması uzun sürdü. Yüzlerce fotoğrafa, onlarca videoya tekrar tekrar baktım. Bir iki ay böyle geçti; sadece uzun uzun bakarak. Sonunda tepkisel vücut dili, anlık mimikler, değişik jestler gibi küçük ayrıntılar görünmeye başladı. Kitaptaki portrelerin çeşitliliği buradan geliyor. Bütün çabam, birkaç mikro ifadeyi tek surette yansıtmaktı artık. O sebeple birbirinin aynı iki portre yok çünkü birbirinin aynı iki “an” yok.

Yeşilçam filmlerini izleyerek büyüdünüz. Bunun, bugün bulunduğunuz yere katkısı nedir?

M.M.: Yeşilçam kadar karaçalınan bir sinema daha var mıdır? 1970’ler, 80’ler, 90’lar boyunca Yeşilçam küçümsendi. Entelektüeller de, sade vatandaş da burun kıvırırdı. Ciddiyim. Halk hem sever, izlerdi hem de “Yaa bunlar hep film icabı… Saçmalık… Sonu başından belli…” derdi; çocukken, gençken duyardım hep. Entelektüeller ise Yeşilçam sinemasının güçlü ve özgün yönlerini tümüyle görmezden geldi. “Taklit, yüzeysel, tekniği zayıf…” deyip durdular. Ben yıllar boyu Frank Capra, Billy Wilder, David Lean, Joseph Losey, Hitchcock gibi üstatların filmlerini izledikten sonra, klasik romanları okuduktan sonra Yeşilçam’a haksızlık edildiğini anladım. O dönemde bu filmler benim için normal anlatılardı. Ve açıkçası çizgiromanları, Hollywood filmlerini daha çok severdim. 2000’lerden sonra, Yeşilçam senarist ve yönetmenlerini özel olarak izlemeye başladım. Yılmaz Güney’in Umut’u ile Natuk Baytan’ın Kin’ini ayrı ayrı sevdim mesela. Lütfi Akad, Ertem Eğilmez, Metin Erksan, Osman Seden, Atıf Yılmaz, Yavuz Turgul, Orhan Aksoy ve daha birçok büyük yönetmenimiz var. Bana katkısını tümüyle ifade edemem. Fakat bugün bir yazar olarak Yeşilçam’ın müspet yönlerini, değerini idrak ettiğimi düşünüyorum. Ve bence toplumsal etkileri de son derece olumlu, dönüştürücü olmuştur.

Tabancalı Kız’ın ikiniz içinde duygusal bir yönü olduğunu düşünüyorum. Öteki eserlerinizi de düşünürsek Tabancalı Kız sizin için ne ifade ediyor?

H.K.: Bu başka; farklı ve yeni. Diğer işlerimiz de öyle fakat bu kadar değil. Bu iş iki yıl masamdaydı. 

M.M.: Dijitalleşmenin, robotlaşmanın, tanrılaşmanın bizi insanlıktan uzaklaştırdığını düşünüyorum. Gene de bu, tümüyle duygusuz mahluklara dönüştüğümüz anlamına gelmiyor. Kişiliğimizi inşa etmek için gerek duyduğumuz mahremiyet alanı çok daralmış olsa da gizliden duygulanıyoruz. Bir ömürlük aşkı birkaç günde, birkaç saatte hayalimizde yaşayıp geçiyoruz. Yani otobüsler, uçaklar, trenler mesajlar, alarmlar sevgiliyi kapıp götürüveriyor. Ve bize hayal kurmak kalıyor. Tabancalı Kız, duygu-yoğun bir anlatı. Ne yazık ki onu da bir saat içinde okuyup kenara koyacağız. Immm… Bu hikâyedeki gibi bir imkânsız aşk yaşamak da imkânsız artık. Çünkü zaten tüm aşklar imkânsız. Kaldı ki aşka bir imkân gözüyle bakılmıyor. Lacan, tüm aşkların karşılıklı olduğunu söyler ve ekler: “Bilinçaltı bunun için var zaten.” Günümüz teknolojisi bence tam da bilinçaltımızı sabote etti. Ah, amma pesimist konuşuyorum. İlker Canikligil’den bana huy geçti sanki. 

İlker Canikligil’i anmışken, Yalın Alpay’ın kitaba yazdığı sonsöz çok derinlikli ve etkileyici. Yalın Bey’le nasıl temas ettiniz, sonsöz yazma fikri nasıl doğdu?

M.M.: Yalın Alpay tüm okurlarına, takipçilerine güven veren, hepimizde saygı uyandıran, bilgili, bilinçli, esaslı bir entelektüel ve son derece dikkate değer bir yazar. Dahası, tümüyle rasyonel. Duygularıyla hareket etmiyor; tarafgirlikten uzak, serinkanlı, güleç. Dünyada benzeri var mı, bir düşünün. Felsefe, tarih, iktisat ve siyaset-bilimin yanında müzik, resim ve edebiyatla da yakından ilgili. Ve ne mutlu ki yakın bir dostumuz. Rica ettik, yazdı. Biz çalışırken, Tabancalı Kız’a ilgi göstermişti. Biliyorsunuz o da bir çizgiroman yazmıştı. Barış Keşoğlu’nun çizdiği ve Atatürk’ün gençlik yıllarını anlatan, Genç Mustafa Kemal adlı eseri kastediyorum. Yalın Alpay’ın yazısı, Tabancalı Kız hakkında benim de ufkumu açtı doğrusu. 

Pandemi bir yazar ve çizer olarak sizler için verimli bir dönem miydi?

H.K.: Çizer olarak beni pek etkilemedi. Biraz önce bahsettim, ben zaten gönüllü karantinadaydım.

Tabancalı Kız’ı film olarak görebilecek miyiz?

M.M.: Kitap birçok yapımcının radarında. Platform dizisi olma ihtimali yüksek görünüyor. Yapımcıların yanı sıra oyuncular, yönetmenler de Tabancalı Kız’a ilgi gösteriyorlar. Dizi elbette biraz daha farklı ve detaylı olacaktır. O zaman da sinema sanatının imkânları üzerinden düşünüp tasarlamak gerekecek.

Tabancalı Kız’ın devamı gelecek mi?

H.K.: Bir vaatte bulunmak için henüz çok erken bence. Kitap daha yeni çıktı. Biraz da zaman gösterecek. Hikâyenin ucu açık, devamı gelebilir. Bakalım…

M.M.: Bunu düşünüyorum. Zihnimde bazı fikirler var. İlk kitapta, klişeler ile sürprizleri harmanlamayı, hikâyeyi orijinal kılmayı gözetmiştim. İkinci macerada da aynı yaklaşımı uygulayabilmeyi umuyorum. 

Başka bir çizgiroman yapmayı düşünüyor musunuz?

H.K.: Olabilir.

M.M.: Aslında hazır bir senaryomuz var. Bahsettiğim şu “70’ler Üçlemesi”nin ikinci hikâyesi. 

Bir çizgiroman ortaya çıkarırken, beklediğinizden daha kolay ya da zor olduğunu düşündüğünüz bir şeyle karşılaştınız mı?

H.K.: Zor ile çok zor arasında tercihler yapmam gerekti. Çok zoru seçtim hep.

Çocukluk boyunca çizgiroman okuduğunuzdan, sanatla ilk temasınızın bu olduğundan bahsediyorsunuz. Her şey çizgiromanla başlıyor ve şimdilik bir çizgiromanla devam ediyor. Sevdiğiniz çizgiromanlar nelerdir?

M.M.: Conan, Mandrake, Atlantis (Martin Mystere) severdim ben. Daha küçükken, Örümcek Adam’a bayılırdım. Sin City favorimdir. Aslında mangalar dâhil tüm çizgiromanlar beni heyecanlandırır.

H.K.: Bir sürü var, sayamayacağım kadar. En sevdiğim Ivo Milazzo’nun elinden çıkan Ken Parker bölümleri.

Bu çizgiromanı hazırlarken ilk okuyucunuz kim oldu? Yazdıklarınızı ve çizdiklerinizi gösterdiğiniz (birbiriniz dışında) ilk kişiler kimlerdi? Nasıl tepkiler aldınız?

H.K.: Karım Işıl bütün sürecin ilk şahidi. Onun tepkileri belirleyici oldu.

M.M.: Çocuklarım. “Ne zaman çıkacak? Dövüş sahneleri harika! Çabuk olun. İyi gidiyor. E haydi, hızlanın…” diye teşvik ettiler.

Murat Menteş ve Hakan Karataş da olsanız bir yayınevini, daha önce yayımlanmamış bir çizgiromanı basmaya ikna etmek büyük iş. Yenilikçi bir çalışma ile kısa sürede bu kadar sevilmek ve kabul görmek ise daha büyük iş. Tabancalı Kız için gelen tepkiler beklediğiniz gibi mi? Yapılan yorumlardan memnun musunuz? 

M.M.: Sanat eserinin cazip ve tesirli olması önemlidir; kitabı görünce “Aaa!” demesi okurun, okuduktan sonra da “Vay canına!..” demesi yani. Tabancalı Kız’da tam olarak böyle oldu. Görebildiğim kadarıyla bir tek kişi “Romanları daha çok seviyorum.” yazmış; onun da kitabı okuduğundan şüpheliyim. Gazetelerde, dergilerde beğeni ve takdir izhar eden yazılar yayımlandı. Alnımızın akıyla geldik bu işin üstesinden. Yani öyle görünüyor. (Gülümsüyor)

H.K.: En sevdiğim “Kitap çabucak bitti.” diyen okurlar. Tam da istediğim gibi. İyi bir tepki, bir solukta bitiyor olmasının getirdiği.

Kitabın çıkışından ya da aldığınız geri dönüşlerden sonra bir şeyleri farklı yapmış olmayı istediniz mi?

H.K.: Her bir karenin daha iyisi çizilebilir. Ama işle vedalaşmak gerekir bir aşamada. Bu çizgiromanı birkaç ay daha ince ince işleyebilirdim. Her zaman daha iyisi vardır çünkü. Bunun sonu yok.

Tabancalı Kız’ın, bu işin üreticileri için bir yol açacağını, yeni yazar ve çizerlere yol göstereceğini düşünüyor musunuz?

M.M.: Bunu başından beri ümit ediyorduk. Çizer dostlarımız da “Biz de yapalım…” gibi sözler sarfettiler. Ben şahsen yeni bir “Türk çizgiromanı çağı” başlamasını çok arzuluyorum. Bu iş için yayıncıların da bir tutum belirlemesi, destek sağlaması gerek.

H.K.: Umarım dediğiniz gibi olur. Çizgiroman geleneğimizin devamı için ufak bir etkisi olursa mutlu olurum. Olmazsa da çizmeye devam.

Birlikte yaptığınız her yeni iş bir önceki kadar iyi oluyor. Bu durum sıradaki kitabınız için çalışırken herhangi bir baskı oluşturuyor mu? 

H.K.: Baskı değil de heyecan derim ben.

M.M.: Hakan Karataş hakikaten bir dâhi. Ve elbirliği konusunda da son derece bilinçli. Dolayısıyla onunla çalışmanın kolay, ferah, sevinçli bir şey olduğunu söylemeliyim. Teatilerimiz de gayet verimli oluyor. Ben çizimler hakkında görüş beyan ediyorum, o hikâye hakkında yorum yapıyor. Dostluğumuzda sevgi mi, saygı mı daha ağır basıyor bilmiyorum. Nazar değmesin. Bir ömür birlikte çalışabileceğimizi umuyorum.

Bu birlikte hazırladığınız dördüncü kitap. Aranızda sıkı bir ortaklık var. Önümüzdeki süreçte bizi neler bekliyor? Heyecanlanmalı mıyız?

M.M.: Derde Deva Randevu serisine devam ediyoruz. Bu seri birçok okulda, edebiyat derslerinde okutuluyor artık. Gençlere edebiyatı sevdirmek, yazarları tanıtmak için iyi bir kaynak olarak algılanıyor. Öğretmenlerin ilgisi, gençlerin hoşnutluğu bizi sevindiriyor. DDR serisine tecrübeli okurdan da çok rağbet var. 4. kitap yolda… Eylül itibariyle yeni projeye başlayabiliriz. Çizgiroman eleştirmenleri, gedikli okurlar “Tabancalı Kız’a devam edin.” diyorlar. Bakalım…

H.K.: Henüz önümüze çıkmamış olan fırsatlar, yol ayrımları ve tercihler, yarının neler getireceği birer sürpriz tabii. Günün sonunda Murat yazmaya devam edecek, ben de çizmeye. Hep beraber göreceğiz.

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz