Hayat denilen acımasız patron insanı bazen öyle bir noktaya getirir ki adeta varlığınızdan nefret edersiniz. Biri diğerinin aynı olan günler pençelerini ruhunuza geçirir ve nefes alıp vermek, akıp giden zamana katlanmak şiddetli bir işkenceye dönüşür. Perişan bir halde kaçış yolları ararsınız. Psikolojik destek almak, antidepresan kullanmak, yollara düşmek, delirmek ya da intihar etmek… Bunlar çaresizlik vadisinden geçen, aşina olduğumuz kıvrımlı ve sancılı yollardan bazılarıdır. Bir de bu buhranlı dönemlerde her şeye sırt çevirip düşlerin peşinden gitme eylemi vardır. Pek az insanın seçtiği bu yolda daha da ileri gidip emanet bir kişiliğe sığınan Romain Gary’nin gördüğü manzara ise bambaşka olacaktır.
Edebiyat dünyasında devreleri yakmış, her türlü çılgınlığı denemiş, en tekinsiz yollara sapmış çok yazar bulunmaz. Bulunsa bile hiçbiri şeçilen bu farklı yolculuğun güzergâhını Romain Gary kadar iyi bilemez. Üstün aklın, saf edebiyatın ve deliliğin haritası Romain Gary’nin masasındadır. Elinde kalem, önünde kâğıt, aklında deliliğin rotası ve geçmişinde ona acı veren anılar… Hepsini masmavi gözleriyle inceler. Hafıza denen insafsız düşman, yitirilen umutlar ve acıdan başka bir anlama gelmeyen geçmiş… Hepsi bir olup dikilir yazarın karşısına. Çürütmek isterler ruhunu. Ama O tüm bunlara ve acımasız hayata karşı öyle büyük bir oyun hazırlar ki… Bazen son sözü hayat değil de deliler ve dahiler söyler. Romain Gary de onlardan biridir. Ya da Emile Ajar mı desek?
Kazak asıllı bir anne ve Yahudi bir babanın oğlu olarak 1914’te Litvanya’da doğar Romain Gary. Doğumundan kısa süre sonra ailesini terk eden babasıyla uzun süre iletişim kuramaz. Babasının yarattığı yokluk çukurunu annesi insanüstü bir sevgiyle doldurmaya çalışır. Ülkedeki iç savaş sebebiyle Fransa’ya göç ederler. Annesi burada oğlunu Fransız kültürüyle büyütmeye çalışır. Romain’in geleceği için kolları sıvar. Resim, spor, tiyatro, müzik, dans gibi sanat dallarını oğlunun üzerinde denese de başarılı sonuçlar alamaz.
Sonraki yıllar edebiyat alanında alır soluğu Romain. Dergilerde yayımlanan öyküleri sayesinde ilk parasını kazanır. 19 yaşında Hukuk eğitimi almak için Paris’e giderek annesinden ilk defa ayrı kalır. Fakültenin son sınıfındayken 2.Dünya Savaşı’na katılır. Pek çok onur nişanı ve madalyaya layık görülen yazar, hasta olan annesiyle savaş süresince sürekli mektuplaşır. Savaşta olduğu üç buçuk yıllık süreçte ilk romanını tamamlamış ve İngiliz yayımcıdan olumlu yanıt almıştır. Bu güzel haberi paylaşmak için annesi ile irtibata geçmek istese de başaramaz. Kısa süre sonra cepheden ayrılarak evine dönen Romain, karşılaştığı gerçekle yıkılır. Annesi aslında üç buçuk yıl önce ölmüştür. Ölümünden kısa bir süre önce 250’ye yakın tarihsiz mektup yazar oğluna. Bu mektupları vakti geldikçe oğluna göndermesi için arkadaşına teslim etmiştir. Savaş boyunca oğlunu yalnız bırakmamış ve savaş boyunca oğluna güç ve yüreklilik aşılamaya devam etmiştir.
Annesini onurlandırmak için, Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı kitabını yazar. Cennetin Kökleri kitabıyla da Gouncourt Ödülü’nü kazanır. Fransa’nın Los Angeles Başkonsolosu olduğu yıllarda ABD’li aktris Jean Seberg ile evlenir. Bir oğlu olur. Senaryolar yazar, filmler yönetir ve art arda kitapları yayımlanır. “Ne değiştirebildiğin, ne yardım edebildiğin ne de terk edebildiğin bir kadını sevmenin ne demek olduğunu bilemezsiniz.” sözleriyle eleştirdiği eşi Seberg başka birine âşık olur ve Romain’i terk eder. Sekiz yıllık evlilikten sonra büyük hayal kırıklığı yaşayan yazar depresyona girer ve kariyerinde düşüşe geçer.
Ortaya çıkan gizemli bir yazar olan, kimliğini gizleyen Emile Ajar ile kıyaslanmaya başlar. Edebiyat camiasına göre Emile Ajar, Romain Gary’nin tahtını yerle bir etmiştir. Her geçen gün daha da sert eleştirilere maruz kalan Romain, yaratıcılığını ve gücünü yitirdiğini düşünen eleştirmenler tarafından “modası geçmiş bir yazar” damgası yer. Birkaç kitap daha yazar ama olumlu eleştiriler alamaz. Kıyaslandığı Emile Ajar ise “Onca Yoksulluk Varken” isimli romanıyla Gouncourt” ödülüyle onurlandırılır. Kimliğini açığa vurmayan Ajar, gizemini korurken üretmeye ve edebiyat kitlesini merak denizinde boğmaya devam eder.
Diğer taraftaysa Romain’in çöküşü devam eder. 1979 yılında Jean Seberg intihar eder. Direnmekten yorulmuştur artık Romain. Çocukluğu, özel hayatındaki sıkıntılar, annesini kaybedişi, babasının Nazi kampındaki trajik ölümünü öğrenmesi ve son olarak da âşık olduğu kadının intiharı, içinde bulunduğu bunalım çukurunu daha da derinleştirir.
Seberg’in intiharından bir sene sonra Paris’teki evinde, başına dayadığı bir silahla intihar eder Romain Gary. Acılarını beynini dağıtarak sonlandırmıştır. İntiharı tüm dünyada şaşkınlık yaratır. Ama bu şaşkınlıktan çok daha fazlasını ardında bıraktığı intihar mektubu yaratacaktır. Bu mektubunda başta Emile Ajar olmak üzere, beş farklı isimle yazılan kitapların sahibinin kendisi olduğunu açıklar. Takma isimlerin arkasına sığınmasının gerekçesi olarak da “Yalnızca kendim olmaktan sıkılmıştım.” ifadesini kullanır.
Ortaya koyduğu eserlerle, özel hayatıyla, en önemlisi de intiharı ve ardında bıraktığı mektupla dünya edebiyatının altını üstüne getirmiş bir yazardır Romain Gary. Geride tamamlanmamış pek çok eser bırakır. Kural gereği bir yazara sadece bir kez verilen Gouncourt Ödülü’nü iki kez alan tek yazardır. Cennetin Kökleri ve Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı kitapları, “Ölmeden Önce Okunması Gereken 1001 Kitap” listesinde yerini almıştır.
Romain Gary ya da Emile Ajar… Sevgiyi, sadakati ve merhameti ondan daha iyi anlatabilen başka bir yazar daha dünyaya gelmeyecektir belki de. Ve intihar mektubunu romanlarında olduğu gibi yürek burkan bir cümleyle sonlandırır: “Çok eğlendim, teşekkür ederim, hoşça kalın…”