Her noktası değerlendirilen kocaman bir tuval düşünün. Elbet onu güzelleştirecek pek çok renk var. Bir de tek bir nokta ile sanatçıya hiçbir alan bırakmayan mikro obje. İşte gözle görülemeyene sanat işlemek mikro sanatın ta kendisi. Bir incir tanesine, bir pirince, ufacık bir susama, incecik bir saç teline sanat işlemek; renklerle bir hikâye anlatmak… Bu işi en iyi yapanlardan, dünyayı mikro obje tuvalleri ile hayrete düşüren isim Hasan Kale, mikro sanatın tüm inceliklerini bizimle paylaştı.
Kısaca Hasan Kale kimdir?
5 yaşında fırça ve renkle tanışıp resme başlayan, hayallerini ve hedeflerini yanına alıp bugünlere kadar gelen sıradan, alaylı bir birey ama yaptıkları ile sıra dışı olan bir sanatçı aslında. Mutlu olduğu işi yapan şanslı insanlardan bir tanesi… Zaman içinde kendini yetiştiren, eğiten, çizgisini bulup var olduğuna inandığı bilgisini paylaşmaya çalışan bir adam… Bir yol hikâyesi benimkisi; hepimizde olduğu gibi.
Sanatta 25. yılınız ama aslında bunun geçmişi de var. Bahsetmiş olduğumuz 25 yıl mikro sanata başlama serüveninizi içeriyor. Peki neden öncesi yok sizin için, Hasan Kale sanat serüveninde mikro sanatı mı başlangıç olarak kabul ediyor?
Yok saymak mümkün değil; temelini oluşturuyor. 80’li yıllarda minyatür sanatı ile tanışıp eğitim almak istediğimde farklı alanlarda, değişik projelerde çalışan kimse yoktu. Ben de hocalarımı çok eski dönemlerden seçmiştim. Mehmet Siyah Kalem’den fırçanın kıvraklığını, Levni’den renk ve ahengi, Nakkaş Osman’dan sultan portrelerinin inceliğini öğrendim, dedim hep. Bu farklı dönemlerdeki üstatların öğretisiyle bir Hasan Kale çizgisini oluşturdum. Yaklaşık 10-12 yıl minyatür sanatına devam ettim. 90’lı yılların ortasında, bir gece yarısı fırça çalışması yaparken dikkatimi bir şey çekti, bir mm içinde birbirine değmeyen 20-25 çizgi fark ettim. İki seçeneğim vardı: Zihnimde oluşan sorulara bulaşmayıp ömrümün sonuna kadar keşkelerle yaşamak ya da bu sorulara cevap vermek; aslında kırılma noktam bu andı belki de.
İlk eserinizde hangi obje üzerine ne çizilerek başladınız mikro sanata? Ve ilk çizdiğiniz eser size ne gibi bir deneyim kattı ki sanat süregeldi?
O gece önümde kâğıtlarım olmasına rağmen kendimi mutfakta bulmam… Pirinç tanesi, mercimekler o kadar küçüktü ki korktum. İri bir fasulye tanesini seçip üzerine çalışmaya başladım, birkaç uykusuz gecenin sonunda ortaya çıkan eser “İstanbul”du. Mutlu olduğum anlardan bir tanesi idi; yapmam gerekeni bulmuştum. Hayatın içinde görmediğimiz, es geçtiğimiz ve bazen çöp dediğimiz mikro objeleri sanat kapsüllerine çevirmek ve bunları yaparken farklı bakış açıları, değişik pencereler açmak ve tüm dünyada yepyeni bir dil oluşturmak üzere yola çıktım. Geriye dönüp bakınca görüyorum ki doğru iş yapmışım.
Mücevher, motosiklet tasarımı, endüstriyel tasarımlar… Aslında çok yönlü tasarım faaliyetlerinizi de mikro sanat ile sürdürmeye devam ediyorsunuz. Mikro sanat bu kadar odaklanma gerektirirken diğer çalışmalarınıza nasıl vakit ayırıyorsunuz ve diğer tasarım faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
Evet, geçen zaman içinde ilgilenme ve projeler üretme şansım oldu ve hepsi devam ediyor. Yeni koleksiyon olarak hayata geçecek; az uyuyarak belki de. Tabii son yıllarda destek verdiğim Aşçılar Millî Takımı ile çalışmalarım ve Türk kahvesini tanıtmak için yer aldığım yurt dışı projeleri de devam ediyor. Ülkemin tanıtmak için bir katkım oldu ise ne mutlu bana…
Mikro sanat aslında çok büyük emek ve sabır isteyen bir sanat. Bir susamı, bir incir çekirdeğini görmek bile güçken siz bunlara sanat işliyorsunuz. Bunun için çok iyi gören gözler önemli. Dünyada da bu sanatı yapan önemli isimler hep mikroskopla çalışıyor. Peki siz nasıl çalışıyorsunuz?
Her zaman söylediğim gibi Allah bana iyi bir el, iyi bir göz ve bunları çalıştıracak kocaman bir yürek vermiş. Ben de bunun hakkını vermeye çalışıyorum. Dünya genelinde mikro sanat daha çok heykel alanında. O yüzden mikro objeleri kullanarak bir Türk sanatçısı olarak kültür izlerimizi, farklı bakış açısı ile tanıtmaya çalışıyorum. Obje sayısı 300’leri geçmiş durumda ve tabi ki sayısız eser… Mikroskop ya da büyüteçler ile çalışabilirsiniz; bana göre önemli olan sonuç, yani ortaya koyduğunuz eserlerdir.
The Sun gazetesinde “Türkiye’nin Microangelosu” olarak bahsettiler sizden ve bunun dışında daha pek çok haberde isminiz geçti yapmış olduğunuz başarılı işleriniz sayesinde. Amsterdam’da bir serginiz oldu. Dünyaya aslında ülkemizi tanıtan önemli isimlerdensiniz. Minyatür sanata başlarken bunu hayal etmiş miydiniz?
Yok, bu manada hiç hayalim olmadı. Sadece yaptığım işi en güzel şekilde icra etmeye çalıştım. Bu çok daha önemli idi. Zaten bu şekilde devam ettiğim için başarının geldiğine inanıyorum. Evet, The Sun haberi beni onore etti, çok mutlu oldum. Amsterdam sergisi inanılmazdı. Pandemi süreci değiştirdi. Şimdi kendi yerimizi açmak için çalışıyoruz. Son aşamalarına geldik. Evet, Hollanda da kendi müzemizi açacağız.
Sanata başladığınızda bir hoca bulamamıştınız mikro sanatı size öğretecek, anlatacak. Ama siz bilgilerinizi meraklılara filtresizce aktarıyorsunuz bir hoca olarak. Ne oranda talep var mikro sanata, öğrencilerin potansiyellerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında size yol gösteren, bir kapı açan kim olursa olsun hocanızdır, dedim hep. Bu çok önemli. O yüzden bakmak ve görmek ve çok çalışmak… Ben sadece var olduğunu zannettiğim bilgileri aktarmaya çalışıyorum. İşin açıkçası öyle çok başvuran da yok. Bir an önce tanınıp popüler olma isteği var. Ben bu kadar becerikli değilim. Hiçbir obje benim tekelimde değil, herkes bir şeyler yapabilir; yapıyor da zaten. Yolları açık olsun.
Kahve ile ilgili bir kitabın kapağını tasarladınız ve kitap, Avrupa’da kitap tasarımı ödülü aldı. Almış olduğunuz ödüllerden, yurtdışı projelerinizden de bize bahseder misiniz?
Evet farklı alanlarda birçok ödül var. Almasam da bu manada çalışmaya devam ederdim. Cenk Girginol’un yazdığı üçüncü kahve kitabı üçüncülük ödülünü aldı. Bu sene farklı olarak kapak tasarımı da ödül aldı. Aşçılar milli takımı ile katıldığım yarışmalar da altın madalyalar, mücevher tasarımında ödüller… Özellikle yurt dışında Türkiye’yi tanıtmak için yapılan projelerde olmak gurur veriyor. Bunlar devam edecek. Yine davetler var farklı ülkelerden. Ben sadece işimi yapmaya çalışıyorum.
Bir konu daha var merak ettiğim. Aslında sayısız minyatür eseriniz var. Bu eserlerinizi bir yerde sergileyecekken aslında küçücük bir kutu yetiyor hepsini taşımanıza. Bir kibrit kutusu içerisinde taşıdığınızı duymuştum eserlerinizi bir sergiye götürürken. Bütün zamanınızı, duygularınızı bir kutuya sığdırmak nasıl bir duygu?
Evet, süper… 2000 yılında sergime giderken eserlerimi bir kibrit kutusu içinde taşımıştım. Tam bir çelişki… Hiçliği taşımak belki de… Ama diğer yandan anlatılan o kadar çok şey var ki… Olmak ya da olmamak gibi. Son derece keyifli bir yandan da.
Son olarak, bu sanata gönül vermek isteyen kişilere neler tavsiye edersiniz tecrübeleriniz ışığında?
Hepimiz farklı yetilerle, değişik özelliklerle dünyaya geliyoruz. Sonra tercihlerimizi yapıyoruz. Bazen yaşamın bizi getirdiği noktada egolar ve hırslar giriyor devreye. Hepimizin haklı sebepleri var. Ne yapmak istiyorsak ona yöneliyoruz. Ben yaşadığım bu dünyada kapladığım yerin hakkını vermek ve hayatımı anlamlandırmak için yaşıyorum. Ve ben sadece micro art yapmak üzere gelenlerdenim belki de. Kısaca, gidilmeyen yoldan giderseniz iz bırakırsınız. Hayallerinizin peşini asla bırakmayın. Doğru zaman geldiğinde hazır olmanız gerekir; bunun için de çalışmak. Sevgilerimle…