NERMİN MOLLAOĞLU İLE SÖYLEŞİ: “HER KİTABIN BİR KADERİ VAR”

Okuduğumuz kitapların, aslında birilerinin mesleki tercihleri olduğunu söyleyebiliriz. Yayınevinin yayın politikası ve tercih ettiği çizgiyle alakalı denebilir bu seçimler için genel olarak. Bir kitabın, editörü tarafından seçilip sonrasında yayıma hazırlanması uzun bir süreç; bu sürecin önemli paydaşlarından biri de edebiyat ajanları. Hem dilimizde yazılmış eserlerin yurt dışında okunması için olağanüstü bir gayret sarf ediyorlar hem de dünyada yayımlanan bir sürü güzel kitabın dilimize çevrilebilmesi için editörlere destek oluyorlar.

2005 yılında Kalem Ajans’ı kurarak Türkiye’nin önemli bir telif ajansına sahip olmasını sağlayan ve o tarihten beri de “kitap” denilince akla ilk gelen isimlerden biri olan Nermin Mollaoğlu, mesleği özelinde kitap dünyası hakkında sorularımızı cevapladı.

Öncelikle merhaba, gözlediğim kadarıyla siz, Türkiye’de kitaba dair birçok şey için özveriyle çabalayan birisiniz. Temel olarak ne iş yaptığınızdan bahseder misiniz rica etsem?

Birkaç yıl öncesine kadar mesleğim sorulduğunda zorlanır, karşımdakinin sektöre yakınlık derecesini tahmin ederek, ona göre cevaplar verirdim. Yayıncılık sektöründeyim, çeviri işlerindeyim, hatta kitap işindeyim dediğim diyaloglarda çok bulundum. Hiç içime sinmezdi bunlar; geçiştiriyormuşum, mesleğime haksızlık ediyormuşum gibi gelirdi. Artık karşımdaki kim olursa olsun, “Edebiyat ajanıyım.” diyorum. Sonra da edebiyat ajanı ne iş yapar anlatıyorum. Edebiyat ajanları sadece kendi ülkesinin yazarlarını temsil edecek diye bir şart yok ama ben Türkiye’mizin yazarlarını temsil ediyorum ve farklı ülke edebiyatları için başkaları uğraşsın diyorum. Temsil etmek, yazarla sözleşme imzalayıp, onun –sözleşme şartlarına göre- Türkiye’de ve / veya tüm dünyada daha çok okura ulaşması için çalışmak demek.

Ülkelerin okuma oranları ve okur profilleri hakkında paylaşımlarınıza şahit oluyorum bazen, ilginç olduğunu düşündüğünüz örnek var mı (millet veya gelenek olarak)?

Hep verilen ama aslında kulaktan dolma bilgilere dayanan “Türkiye okumuyor.” cümlesine çok sinirlendiğimi söyleyerek bu sorunuza cevap vermeye başlayayım. Türkiye’de çok iyi okuyan kocaman bir kitle var. Her yıl üniversite sınavına giren 1 milyon yeni genç olduğunu düşünerek, bu kemik kitlenin sayısının artmamasına odaklanmamız gerekiyor. Okunmuyor demek bana çok kolaycı ve zararlı bir bakış açısı gibi geliyor. O cümle o kadar kısa olmamalı. Türkiye’de yayımlanan her iki kitaptan biri farklı bir dilden çeviri oluyor. Bu oran 1950’lerden beri hep böyle. Ülke topraklarının ateşinin çıktığı zamanlarda çeviri oranları azalıyor ama sonra hemen yükseldiğini görüyoruz. Çeviri edebiyata yakın olmak ülkenin dünyaya açıklığını da gösteriyor. Savaşlardan, ticari ilişkilerden daha çok, birbirini okumanın ülkeleri yakınlaştırdığını düşünüyorum. Türkiye Amerika’ya çok yakındır ama Amerika Türkiye’ye yakın değildir. Kültür sanat atlasında durum coğrafya kurallarına göre ilerlemiyor. Türkiye’deki %50 çeviri oranı komşularımızda da benzer. Hatta mesela Bulgaristan’da 60’ı geçtiği yıllar oluyor. Bulgaristan nüfusunun son yıllarda ciddi oranda azaldığını ve AB vatandaşlığı sayesinde nüfusun farklı ülkelere göç etmesini buralardan bakarak okumak gerekiyor. Fakat Fransa ve Almanya’da hiç %30’un üzerine çıkmıyor. İngiltere’de son birkaç yılda çok yükseldi; %5 civarında. Amerika’da %3’e geldiği için tüm dünya mutlu. Espri bir tarafa, Amerika’da dinî içerikli kitapların tüm kültür yayıncılığı içindeki oranının %8 olduğunu söylememiz durumun ciddiyetini iyi anlatacaktır.

Metinlerin başka dillerde karşılık bulabilmesi için ne gibi özelliklerde olması gerekiyor. Böyle bir model var mı sizce? Buradan yola çıkarsak Türkiye Edebiyatında sizce son 20 yıldaki durum nasıl?

Bence böyle bir özellik listesi yok. Türk yayıncı bir yabancı dilden kitabı alıp Türkçe yayımlarken nelere dikkat ediyorsa yabancı yayıncı da aynı şeylere bakıyor. Türkiye, son 20 yılda sanat dallarından en çok edebiyatta ilerledi dersem sinemacılarımız kızmazlar umarım. Birbirini desteklediler yoğun şekilde.

Temsil ettiğiniz yerli yazarların hem yurtiçi hem yurtdışı temsilciliklerini yapıyorsunuz diye biliyorum. Yerli yayıncı ve yazar ile yabancı olanlar arasında, çalışırken karşılaştığınız olumlu ya da olumsuz farklılıklar var mıdır?

Kalem’de büyük bir ekiple çalışıyoruz. Her ajanın sorumluluk alanı farklı. Benimkisi Türkçe yazılmış yetişkin romanlarını dünya dillerine tanıtmak. Burcu Ünsal Türk çocuk kitaplarını tanıtıyor. Kardelen Genç, Nazlıcan Kabataş, Merve Diler yabancı kitapları Türkçeye kazandırmada köprü oluyorlar. Burcu ile benim en zorlandığımız konu; Türkiye ile ilgili önyargıları olan, Türkiye yerine sadece Amerikan, İngiliz, Fransız yayıncılardan kitap almayı tercih edip hazırladığımız katalogla bile bakmayan yayıncıların çokluğu. Yabancı dillerden Türkçeye telif satışında en çok muhasebe kısmı zorluyor. Telif raporlarını düzenli hazırlayan çok az yayıncı var maalesef.

Türkçeden çevrilen eserlere (en azından Kalem Ajans aracılığıyla) yabancı okurun bakış açısı hakkında ne düşünüyorsunuz? Yazar ve okur bazında ilginç bulduğunuz eşleşmeler var mıdır?

Tanpınar’ın Almanya’da az ama İtalya’da oldukça iyi satmasının nedenini kendime açıklayamıyorum mesela. Ülkelerin en iyi yayıncıları, en iyi çevirmenleri çevirdi üstelik. Burhan Sönmez Hindistan’da konuşulan birçok dile çevrildi ve çok yoğun ilgiyle karşılandı. Bunu da açıklayamıyorum. İşte o zaman her yazarın, kitabın bir kaderi var diyorum içimden.

Temsil etme hayali kurduğunuz yaşayan bir yazar var mıdır? Gerçekleşmiş hayaller varsa onları da duymak isteriz.

Şükürler olsun şahane yazarlarla çalışıyoruz. Çok az yeni yazar temsili alıyoruz. Sektör genişleyince kurgu dışı kitaplarımızın dünya dillerine ulaşması için çalışmanın hayalini kuruyorum. Temsil ettiğimiz bir yazarımızla önce Booker, sonra Nobel törenine Kalem ekiple birlikte gidersem boşa geçmemiş bir hayatım oldu diyebilirim son nefesimde.

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz