“ÖFKELİ PEYGAMBER”: ALBERT CARACO

Doğanın, zaman kavramıyla birlikte, canlılar üzerindeki belki de en önemli yansıması olan ölüm, bazı filozların hayata bakışını şekillendiren bir mimar rolüne bürünüp onlara cesaret ve yüreklilik aşılamıştır. Ölümün hayattan daha değerli olduğunu, hatta yaşamı anlamlı kılan yegâne şeyin ölüm olduğunu savunan hiçbir felsefeci, Albert Caraco kadar, varlığına ve hayatta oluşuna bu kadar cesurca sırt çevirmemiştir.

Dört asır boyunca Türkiye’de yaşayan Yahudi bir ailenin çocuğu olarak, 8 Temmuz 1919’da İstanbul’da doğar Caraco. Sonrasında ailesiyle birlikte Viyana, Prag, Berlin ve oradan da Paris’e göçer. Eğitimine Paris’te devam eder. Mezun olduğu sene Caraco ve ailesi, 2. Dünya Savaşı ve Nazi tehdidinden kaçarak Güney Amerika’ya yerleşip, Uruguay vatandaşlığına geçerek Katolik olurlar. 1940’ların başında, zamanının çoğunu odasında geçiren Caraco, şiir ve oyun yazmaya başlar. Savaştan sonra 1946 yılında Paris’e geri döndüğünde şahit olduğu savaşın yıkımı, insanlığa ve dünyaya karşı umudunu yitirmesine neden olur.

Erken yaşta Fransızca, İspanyolca, Almanca ve İngilizceye hâkim olan Caraco, gününün dörtte birini yazmaya ayırır. Her geçen gün karamsar düşüncelere gömülerek dünyadan ve toplumdan daha da fazla nefret eder. Hayattan ve gündelik yaşamın insana sunduklarından gitgide kopar ve düşsel olarak kendini ölümün kucağında bulur. Ölüme tapan, ölüme methiyeler düzen bir nihiliste dönüşür.

Doğmayı bizim seçmediğimizi, var olmanın bize dayatılan bir şey olduğunu söyleyen Caraco, hayatla olan göbek bağını çok erken yaşta koparır. İntihar; yüce bir kurtuluş, insanın onurunu kurtaracağı tek erdemli sondur onun için. Uzun süre intihar fikri üzerine yoğunlaşır. Dünyanın kofluğunu, insanların aptallıklarını ve adına yaşam denilen işkencenin insanı çaresiz kılmaktan başka bir halta yaramadığını anlar ve kendini yok etmek ister. Zihninde çelişkilere ya da kuşkuya yer vermez. İntihar isimli kaçış rampasının önündeki tek engel ebeveynleridir. Ailenin tek çocuğu olan Caraco, intiharıyla ebeveynlerinin içine saplanacağı acıyı düşünür. Onlara böyle bir yıkım yaşatma hakkına sahip olmadığına karar verir. Bu hususta bencilce davranmayıp empati yapan Caraco intihar düşüncesini erteler. Bu düşünceye rağmen onu kararından ne aile, ne din, ne aşk ne de kendisi alıkoyacaktır. Zaten hayatı boyunca hiç evlenmeyecek olan Caraco geleneksel pek çok düşünceye de karşıdır. Ailenin, günün birinde aşılması gereken bir kurum olduğunu savunur.

Caraco’nun öfkesi dinmek bilmez. Dahası dünya düzeninin geleceğine dair koyu, karamsar ve acımasız yargılarda bulunur. Kentleşmenin insanlığın sonunu getireceğine, modernizm denen saçmalığın aslında kan emen bir yaratık olduğuna ve insanları yavaş yavaş yok edeceğine inanır. Dünyayı tekrar onarmak, taş yığınlarından yaratılmış şehirleri yok etmek, pek tabii insanın elindedir Caraco’ya göre. Bu da insan denen canavarın hepten yok olmasıyla ya da kendisini yok etmesiyle mümkündür. Aksi takdirde dünyayı mahveden insan ırkının sonu, yine trajik olarak kendi eliyle olacaktır. İnsanlık top yekûn kaosa doğru yuvarlanırken dünya büyük bir şantiyeye, ucu bucağı olmayan bir çöp yığınına dönüşmüştür. Bu doğal düzende insan başarısız olmuştur. Haşereler gibi sürekli üreyerek dünya nimetlerini hızla tüketmiştir. Her şeyin bir bedeli vardır, tarih bunu defalarca hatırlatmıştır insanlara. Dünya üzerinde keyif süren bilinçsiz insan sürüsü de bu saltanatın bedelini eninde sonunda çok ağır biçimde ödeyecektir. O gün geldiğinde iğrenç duygusallık da yapmacık sevgi de fayda sağlamayan umut da insanı kurtarmaya yetmeyecektir. Çünkü sevgi, tehditten başka bir şey değildir. Umut denen şeyin insanı uyuşturmaktan başka işlevi yoktur. Tüm bunlar, gerçeğin görmezden gelinmesine sebep olur; yanıltıcıdır, tehlikelidir ve sonucu önlenemez bir felakettir.

Umuttan, iyimserlikten, sahtecilikten ve dinlerden nefret eder Caraco. Hepsine sırt çevirmiş ve insanı oyalayan, kandıran ne varsa zehirli diliyle eleştirmiştir. Kötümser değil gerçekçidir. Duygusal değil mantıkçıdır. Tarih, düzen, medeniyet, din, gelenek, metafizik, ırk, devletçilik oyunu; hepsi boş ve anlamsızdır ona göre. Bunların tamamı insan icadıdır ve çelişkilerle, zayıflıklarla doludur. Akla ve mantığa sığmayan bu içi boş kavramlar, insanı uyuşturmaktan, hizada tutmaktan başka bir işe yaramaz. Politikadan estetiğe, sanattan dine, şiirden deneme türüne birçok alanda yazan düşünürün Post-Mortem ve Kaos’un Kutsal Kitabı adlı eserlerini Türkçeye çeviren Işık Ergüden, Caraco’yu “ahir zaman peygamberi” olarak tanımlar. Farsçada “haberci” anlamına gelen “peygamber” kelimesi Caraco’nun içinde bulunduğu çağın ötesini görebilmesi ve yorumlayabilmesinden kaynaklanır. Yozlaşan toplum, maddenin kölesi olan insan, tüketim çılgınlığı, ülkelerin birbirini sömürmesi, hızla yitirilen kaynaklar ve görmekten, anlamaktan, uyanmaktan yoksun olan insanların çaresiz ve zavallı hâli Caraco’yu haklı çıkarır.

Onu dünyaya getiren, ona hakikati öğreten, yazar olmasında büyük katkısı olan annesi 1969 yılında, 62 yaşında ölür. Annesinin ölümü Caraco’yu derinden etkiler. Bunun üzerine Latincede “ölüm sonrası” anlamına gelen, “Post Mortem” kitabını yazar. Kitap bir iç dökümü niteliğinde olup başından sonuna kadar Caraco’nun annesine olan duygularını içerir. Gün geçtikçe daha da yalnızlaşır. Zaten “Yalnızlık, ölümün okullarından biridir.” ve insanı ıslah eden acının anlamı da algılanış biçimi de çok farklıdır. Ölümün hatırlattıkları da ima ettikleri de kendine özgüdür. Annesinin ölümünden sonra hayat onun için öleceği günü bekleme eylemine dönüşür. Artık arzuladığı tek şey babasının ölümüdür.

Yaşamdan nefret etmeyi kendine iş edinmiş Caraco, üzerinde çürüdüğümüz dünyaya tutkuyla bağlı olanları da hayatı sevme hastalığına yakalanmış insanları da eleştirmekten çekinmez. İnsanın hayatta kalma arzusu ona gülünç gelir. Gelenekçilik, cinsellik, doğurganlık onun için kölelikten başka bir anlam ifade etmez. Genetiğinde bencillik olan insanın bir başkasına bağlanması, hatta tanrıyı bile sevmesi anlamsızdır. Yaşamın bir anlamının olup olmadığı da önem teşkil etmez onun için. Aşk ve kadınlar onu hiçbir zaman heyecanlandırmamıştır. Düşüncelerini yumuşatmayı, duygularına sarılmayı reddeder. İnsanın içinde çürüdüğü sistemi sonuna kadar eleştirir. Monotonluğun, kurulu düzenin ve konforlu yaşamın kölesi olmuş insan, örnek bir zavallı modelidir. Bireyin vatan sevdasına ve milliyetçilik aşkına da karşıdır.

Sade bir dili, kısa ve öz anlatım tarzını benimsemiş, nihilizmden yola çıkarak “kayıtsızlık” felsefesini geliştirmiş Fransız asıllı Uruguay vatandaşı; filozof, denemeci, şair Caraco, 1971 yılının Eylül ayında 52 yaşındayken, babasının ölümünden sadece birkaç saat sonra kendini asarak intihar eder. Ruhunda taşıdığı, duygularının en saygını olarak gördüğü nefreti sonunda galip gelir ve hayattan da varoluşundan da intikamını alır: “Biz yoksak başka yer de yoktur. İşte öğretilmesi gereken, işte öğrenmeyi hak ettiğimiz şey bu!”

Gereksiz ve sahte bir iyimserlik çabasında olmamış, direksiyonunu sahicilik rotasından başka yöne kırmamıştır Caraco. Umut etme acizliğine bürünmemiş ve hakikatin rahatsız edici, huzur kaçıran yüzüne bakmaktan bir an olsun vazgeçmemiştir. En önemli eseri olan ve bir bakıma “insanlığa lanet manifestosu” niteliği taşıyan Kaosun Kutsal Kitabı‘yla; yaşam tutkunlarına, iyilik perilerine, geleceğe güvenle bakarak komik duruma düşen kitlelere, umut tacirlerine ve biat kültürünü pazarlayan sahtekârlara duymak istemedikleri gerçekleri haykırarak hadlerini bildirmiştir. Hiçliği arzulayıp, ölüm denen kudretin, hayatın sunduğu ıstıraplardan ve güçsüz düşmekten daha iyi bir tercih olduğunu savunmuştur. Nietzsche, Schopenhauer, Cioran gibi yaşamın anlamsızlığı üzerine nutuklar çekmiş olsa da onlardan farklı olarak, içi boş propaganda kokan ölüm çığırtkanlığı yapmamıştır. Bir an bile olsa intihar düşüncesinden vazgeçmeyerek, yıkılmaz ve yok edilemez bir arzunun savunuculuğunu yapmaktan usanmamıştır. Pek çok filozofun gölgesinde kalmış olsa da en kararlı, en tutarlı ve en cesur filozof sıfatıyla anılmayı fazlasıyla hak etmiştir. Nihilizm, pesimizm, realizmin ve antinatalizm ile yoğrulmuş karakteriyle, gerçeklerin saklandığı kuyuya ışık tutmuştur. Kararlı bir biçimde hayat denen işkence aletini parçalamış ve hiçliğin sonsuz uçurumuna atmıştır.  Ne tereddüt etmiş ne de ölüme varan son soluğunda acı çekmiştir. Çünkü kendisinin de belirttiği gibi, “Ölüler ölü olmaktan acı çekmezler, yalnızca yaşayanlar yaşadıkları için acı çekerler.”

2 YORUMLAR

  1. Güzel Yazı Kendini Asarak Öldürdüğü İddiası En Akla Yatkın Olanı Silahla Öldüğünü İddia Edenler Var Ancak Yanlış Bir İddia Olduğunu Düşünüyorum Akla Yatın İki Teori Var Birisi Kendisini Astığına Dair Diğeri İse Sakinleştirici Alıp Boğazını Kestiğine Dair Bende Kendini Astığını Düşünüyorum Çünkü Post Mortem Kitabında Ya Kendimi Asarım Yada Onu Unuturum Yazıyordu Ayrıca Henüz Çevirisi Yapılmamış Bir Eserinde de Kendini Asan Şikayet Edenden Her Zaman Daha Değerli Olacaktır Yazmıştır Albert Caraco Babası Ölmeden Evvel Henüz Türkçe Çevirisi Olmayan Kitabında İse Şu Şekilde Bir Dilek Dilemiştir Babamın Ölümünü Dilemeye Geldim Ben Dünyadan Ayrıldığım Zaman Henüz Bedeni Soğumamış Olacak Demiştir Cioranın Eserleri Bu Kadar Hızlı Çevrilirken Caraconun Çevrilmemesi Beni Çileden Çıkarıyor Cioranın Pazarı Daha İyi Tabi Çevirmenlerin Para Kazanmaya İhtiyaçları Var Onları Suçlamıyorum Ancak Daha Çok Caraconun Eserlerinin Çevrilmesi Gerektiğini Düşünüyorum Yazınızın Başında Belirttiğiniz Şeye Katılıyorum Ve Bir Ekleme Yapmak İstiyorum Albert Caracodan Dahi Az Tanınan Ve Ölüme En Az Albert Caraco Kadar Tapan Varlığı Olumsuzlayan Hatta Tanrının İntihar Ettiğini Savunan Philipp Mainlander İsimli Bir Filozof Daha Var Bu Tarz İsimlerin Tanınması Çok Önemli Tanınsınlarki Okuyalım Hayatlarından Çıkarımlar Yapalım Son Olarak Albert Caraconun En Sevdiğim Sözlerinden Birisi Olan Şu Sözü Paylaşmadan Geçemem Ölüm İçin Aşırı Acı Deliliktir Çünkü Yaşayanlar İçin Yaradır Ve Ölüler Bunu Bilmez.

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz