“Kavga etmek yerine küfretmeyi seçen ilk insan uygarlığın kurucusuydu.’’
Sigmund Freud
Şair Eşref’in şiar edindiği cümlelerden biri olsa gerek ki ansiklopedilerin artık bakmadığımız kaliteli kağıtlara basılmış sayfalarında, hayatının tümünde zalime küfür etmekten geri durmamış bir şair olarak yer almış. Ara sıra o sayfalardan çıkıp bugüne de laf atmaktan çekinmeyecek kadar gözü kara bir kişilikten bahsediyoruz. Dönemin önemli yazar ve edipleri, Eşref’in hicivlerindeki küfürlerin küfür olarak değil, kalıba sığmayacak mazmunlar olarak görülmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Üstadın kainat yolculuğu Nef’i’den sonra, Neyzen Tevfik’ten önceki döneme denk gelir. Doğumu ve ölümünden ziyade yaşamı hakkında bir şeyler söylenmesi gereken şahsiyetlerden biridir Eşref. Kendisi de böyle olması gerektiğini hem 66 senelik hayatı içerisinde ispatlamış hem de öldükten sonra dünyaya bıraktığı son bir not olarak mezar taşına nakşettirmiştir. Nitekim yazdığı bu dörtlük pek işe yaramamış ve mezar taşı defalarca çalınmıştır.
“Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için
Gelmesin reddeylerim billah öz kardeşim
Gözlerim ebna-yı ademde o rütbe yıldı kim
İstemem ben Fatiha, tek çalmasınlar mezar taşımı…”
Doğum tarihiyle ilgili değişik tahminler olmakla beraber çoğunluğun fikri, Mehmed Eşref Efendi’nin 1846 yılında, Manisa’nın Kırkağaç ilçesinde doğduğu. O zamanların alim imalathanesi diye bilinen Gelenbevi soyuna mensuptu. Babası ve dedesi gibi, Mehmed Eşref Efendi de bu soyun medar-ı iftiharlarından biri olmayı hakkıyla başarmıştır. Bütün öğrenimi, Hatuniyye Medresesi’nde aldığı Arapça ve Farsça dersleri ve babasının ısrarı üzerine altı ay içinde yaptığı hafızlık duası ile sınırlıdır. Daha sonrasında devlet kademelerinde bazı önemli görevlerde bulunur. Özellikle kaymakamlık kademesinde, farklı vilayetlerde görevler alır. Onu bu kadar özel kılan durumlardan biri, içinde görev aldığı sisteme ve bu sistemin parçası olan zalimlere karşı takındığı tavırdır kesinlikle.
Hiciv, günümüze çok önemli değişikliklere uğrayarak gelmiştir. Bir edebi tür olarak tarihin muhalif kanadının telekleri arasında yerini almıştır. Günümüzde farklı biçimlerde kullanılmaya devam etmektedir. Yani aslında günümüzde daha popüler olan karikatürler, sokak yazıları gibi çalışmalar, zamanında zulme ve yolsuzluğa karşı söz söylemiş büyük edebiyatçıların bugünkü silahları olabilirdi, demek çok da zor değil. Hiciv sanatını çok güzel tanımlamıştır aslında Muallim Naci, şöyle demektedir: “İnsan ağzına acı bir şey alır, yutmak ister, o kadar acıdır ki yutamaz, tükürür. İşte tükürdüğü bu acı şey, hicivdir.”
Şair Eşref memuriyeti süresince yazdığı hicviyelerin meyvelerini ilk olarak -içkiye düşkünlüğü bahanesiyle- Daday Kaymakamlığı’na nakledilerek toplar. Bu durum sonrasında istifa eden Eşref’in üzerindeki baskı çoğalır ve iki sene sonrasında evine gelen polisler bütün çalışmalarını, evraklarını toplar ve hükümete götürürler. Yanında tehlikeli dosyalar (bazı devlet adamları hakkında yazdığı hicivleri) bulundurmak suçundan 1 yıl hapis cezası aldı. Hapis süreci, Şair’in içindeki iflah olmaz muhalifin keskin zekâ ile yaptığı anlaşma sonucunda, hayâdan nasibini almamış, herkesi ürküten bir kalem ortaya çıkarmıştır.
Birçok insan Eşref Paşa’dan çekindiği hâlde, yakınında olanlar ona “Baba” der ve içinde namertlik olmayana baba gibi şefkatli olduğunu anlatır. Ama riyakarlık, yolsuzluk peşinde olan, kendi evladı dahi olsa söyleyecek ağır sözleri ceplerindeki sigara paketlerinde taşıdığından bahsederler. Hicivlerinin son mısrasında küfür mana kazanır ve edebileşir. Bazen öfkesi öylesine taşkın olur ki dörtlüğün son mısrasını okkalı bir küfürle yazar, üstteki üç mısrayı da çevresindeki talebelere yazdırır. Bu, hiciv sanatında genel bir kural sayılmaktadır aslında. Birçok söz sanatı kullanılır fakat şairler özellikle kinaye yapmayı tercih ederler. Dörtlüğün ilk üç mısrası meseleyi açıklarken, son mısrada insanı hayran bırakan bir zekâ ve şairin küfrünün edebi bir şekil alışını hayranlıkla görürüz.
Şair Eşref’in hayatı sürgünler ve hapis cezalarıyla geçmiştir. Nef’i gibi, Eşref de kıvrak zekâsı ve keskin dilinin karşılığını baskı ve zulüm olarak almış, fakat yine de o kalemi yolsuzluğun ve düzenbazlığın yoluna saplamaktan geri durmamıştır. Evinde bulunan (güya) zararlı evraklar sebebiyle hapsedildikten sonra yaşadığı ortamdan iyice rahatsız olmuş ve 2. Meşrutiyetin ilanına kadar Mısır’da kalmıştır. Bu süre zarfında, başta meşhur Deccal olmak üzere başka birçok eseri yayımlanmıştır. Bu eserlerin içeriğinde Yunus Emre’den Namık Kemal’e kadar, nazireler ve dönemin siyasi durumu hakkında yazılmış mazmunlar bulunmaktadır.
Doğrularına çok net çizgilerle bağlı olan Şair Eşref, gerektiğinde çok yakın olduğu dostlarını bile hicvetmekten geri durmamış, hatta sözün çekiciliğinden bahsederek güzel bir mazmun bulduğunda kendini dahi hicvetmekten çekinmeyeceğini şu şekilde yazmıştır:
“Eylemem, ölsem de kizbi ihtiyar;
Doğruyu söyler, gezer bir şairim..
Bir güzel mazmun bulunca, Eşrefa!
Kendimi hicv eylemezsem kafirim!..”
Sözün kısası, yaşadığı dönemde şiirde küfre kattığı mana ile büyük bir heccav olarak ünlenmiş, Nef’i’ den aldığı bayrağı, verem sebebiyle gerçekleşen ölümüyle öğrencisi olan Neyzen Tevfik’e devretmiştir Şair Eşref. Hayatı boyunca hiçbir baskı karşısında doğru bildiğini ve gördüğü yanlışı söylemekten çekinmemiş büyük bir şairdir. Günümüzde adının pek anılmaması çok normaldir. Zira tarihten fırlayıp geldiğinde bugün yaşayan ve zulmeden muktedirlerin konforunu bozacaktır. Edebi kişiliği ve keskin zekâsının örneği olan bir kasidesinin iki beyiti ile kendisini uzunca bir süre unutmamak için tekrar hatırlayalım. Zira bazı insanlar hatırlanmalıdır ki dünya her halükarda yaşanabilecek bir yer olarak kalabilsin.
“Zulm-i Sultan’a suküt etmemek isyan gibidir.
Cop yiyip –of- dememek nimete şükran gibidir.
Etmeli hapse girip nefye giderken de dua
Çünkü Sultan’a dua ba’is-i gufran gibidir.’’