Katar’da devam eden 22. FIFA Dünya Kupası, biz sporseverler için müthiş bir ziyafeti andırıyor. Her lokmasından keyif alsak da hepimizin aklı ana yemek olan büyük finalde. Bir önceki final, dünya çapında 1,12 milyar kişi tarafından canlı olarak izlenerek bir rekor kırmıştı. Peki başlangıçta işler nasıldı? Türünün İlk Örneği, FIFA Dünya Kupası Finali başlıklı yeni bölümüyle karşınızda!
Uluslararası futbol maçlarının geçmişi de tıpkı modern futbol gibi Britanya’ya dayanıyor. 1872’de Glasgow’da İskoçya ve İngiltere arasında oynanan ilk maçla başlayan macera, futbolun popülerlik kazanmasıyla birlikte yaz olimpiyatlarına taşınıyor ve kıtalar aşarak birçok insanı büyülemeye başlıyor. Dünya Kupası; Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin, The Football Association (FA)’ın, Sir Thomas Lipton’ın ve bizzat FIFA’nın birtakım girişimleri olsa da 1930 yılına kadar bildiğimiz şeklini alamıyor.

Mayıs 1928’te dönemin FIFA başkanı Jules Rimet önderliğinde, Amsterdam’da düzenlenen kongre ile dünya kupası yolculuğu başlıyor. Uruguay hem olimpiyatlardaki başarısı hem de bağımsızlıklarının yüzüncü yılına denk gelmesi nedeniyle, 1930’daki kupa için ev sahibi ülke olarak seçiliyor. İyi gibi görünen bu karar dönemin koşulları göz önüne alındığında birtakım sorunları da beraberinde getiriyor. Uzun ve maliyetli bir yolculukla Atlantik Okyanusu’nu aşmak zorunda olan Avrupa ülkeleri, bir süre kupaya katılmayı kabul etmiyor. Rimet, bizzat gerçekleştirdiği ziyaretlerle Belçika, Fransa, Romanya ve Yugoslavya’yı ikna etmeyi başarıyor.
Rimet için aynı anda yapılması gereken çok fazla iş olsa da bunlardan en önemlisi turnuvaya adını veren kupanın tasarımı. Fransız heykeltıraş Abel Lafleur’ün yaptığı, zafer tanrıçası Nike’yi temsil eden 3,8 kilogram ağırlığındaki som altın kupa, hakemleri ve Rimet’i taşıyan gemiyle birlikte Uruguay’a doğru yola çıkıyor.
13 takımın katıldığı turnuva Fransa ile Meksika’nın karşılaştığı açılış maçıyla başlıyor. Kupa tarihinin ilk golü, aynı maçta, o sırada tarih yazdığının farkında olmayan Fransız futbolcu Lucien Laurent’ın sağ ayağından geliyor.

Katılımcı sayısı ve format gereği grup liderlerinin doğrudan yarı finale çıktığı turnuvada toplamda 18 maç oynanıyor. Ev sahibi Uruguay, yarı finalde karşılaştığı Yugoslavya’ya 6 gol atarken kalesinde 1 gol görüyor. Öteki yarı final maçında da skor değişmiyor ve ABD’yi eleyen Arjantin ismini finale yazdırıyor.
Final maçı arifesinde işler çığırından çıkıyor. İlk Dünya Kupası olmasına rağmen rakipler arasındaki ilişki eskiye dayanıyor. İki sene önce yaz olimpiyatları finalinde Uruguay’a 2-1 ile kaybeden Arjantinli futbolcular ve taraftarlar intikam istiyorlar. Üstelik Arjantinli taraftarların takımlarını desteklemelerinin önündeki tek engel teknelerle aşabilecekleri Gümüş Nehri. Dönemin gazeteleri, taraftarların hep bir ağızdan “ria o muerte / zafer ya da ölüm” diye naralar attığını yazarken, futbol bir kez daha merkezdeki yerini alıyor. Arjantinli taraftarlar için ayrılan on gemi yetersiz kalınca, bu fırsatı değerlendirmek isteyen tekne sahipleri ortaya çıkıyor ve kaosun hükmü başlıyor. Maç başladığında çoğu taraftarın, bırakın stada gitmeyi, karaya bile inemediği rivayet ediliyor.

Kapasitesi 60.000 kişi olan Estadio Centenario’yu baştan aşağı dolduran 68.346 seyircinin gerginliği tüm şehri sarıyor. Hatta maçtan birkaç saat öncesine kadar maçı yönetecek hakem bile bulamıyorlar. Sonunda Belçikalı Hakem John Langenus, can güvenliğinin sağlanması şartıyla hakemlik yapmayı kabul ediyor. FIFA, olası bir acil kaçış ihtiyacına karşılık limanda hazır bir şekilde bekleyen bir tekne ayarlıyor. İlerleyen yıllarda İtalya milli takımı formasıyla da final oynayacak olan Arjantinli Luis Monti, karşılaşmaya çıkmaması için ölümle tehdit ediliyor. Taraflar, yazı tura atışında bile anlaşamıyorlar. FIFA’nın devreye girmesiyle top Arjantin’in, kale Uruguay’ın oluyor ve tarihin ilk dünya kupası finali başlıyor.
Pablo Dorado’nun golüyle geriye düşen Arjantin önce beraberliği yakalıyor. Hemen ardından da ofsayt söylentileri eşliğinde farkı bire çıkarıyorlar. Ev sahibi olmanın verdiği rahatlıkla ikinci yarıda dizginleri yeniden ele alan Uruguay, art arda bulduğu gollerle Arjantin’i 4-2 mağlup ediyor ve turnuvanın ilk kazananı oluyor.
İlk dünya kupası, maçın ardından, turnuvanın mimarı olan Jules Rimet tarafından futbolculara değil, Uruguay Futbol Federasyonu başkanı Raúl Jude’ye takdim ediliyor. Holiganlığın tarihi futbol tarihinden eski olduğu için başkent Buenos Aires’teki Uruguay konsolosluğu bir grup Arjantinli taraftar tarafından taşlanırken, Uruguay’da ulusal bayram ilan ediliyor.
Dünya Kupası, Büyük Buhran’ın etkilerini hissettirmeye başladığı 1930’larda bile başardığı gibi, insanlara mutlu olacak bir sebep vermeye devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle iptal edilen iki turnuvayı saymazsak, her dört yılda bir evlerimize konuk oluyor ve bizleri birbirinden unutulmaz anların yaşandığı bu büyük turnuvaların gerçek ev sahibi yapıyor.