Hayatını standart ölçülerde yaşayıp belaya bulaşmayan, sağlıklı yaşam modelinden vazgeçmeyen, rotadan sapmayıp direksiyonunu mayınlı araziye ve bilinmeyen yollara kırmayan, cesaretten yoksun yazarların sayısı azımsanmayacak kadar fazladır. Bir de her türlü deneyimi yaşamak isteyen, gözü kara, çılgın, tehlikeli sularda yüzmekten korkmayan, aykırı edebiyatın arızalı isimleri vardır. Jack London, Henry Miller, Jean Genet, William Burroughs, Charles Bukowski ve Chuck Palahniuk akla ilk gelen isimler olsa da Ingvar Ambjörnsen de bu zincirin önemli halkalarından biri olarak nitelendirilmeyi, gençlik yılarındaki yaşantısı nedeniyle fazlasıyla hak etmiştir. Onlar, akıp giden zamanın atardamarını dişleyerek hayatı kana kana içmeyi seven, ruhu ve kalemi coşkuyla dolup taşan, kabına sığmaz yazar tipleridir.
1956 yılında Norveç’in Larvik kasabasında dünyaya gelir Ingvar Ambjörnsen. Klasik okul kavramının kendisine dayattığı ezberci zihniyeti, kalıplaşmış öğrenme stillerini anlamsız ve yetersiz bulması sebebiyle, 15 yaşındayken kendi isteğiyle okul hayatını sonlandırır. Sokakları, şehirleri, insanları ve hayatı kendi yöntemleriyle algılayıp yaşayarak, tecrübelerinin ışığında kendi yolunu aydınlatmak ister.
Uzun yıllar sırtında çantası, çadırı ve uyku tulumuyla göçebe bir yaşantı süren yazar, toplum düşmanı değildir ama çürütücü düzene ayak uyduranların düşüncelerini ve davranışlarını da sığ ve itici bulur. Pek çok işte çalışarak geçimini sağlamaya çalışır. Genelgeçer din, ahlak ve toplum kurallarını hiçe sayarak yaşam yolunda tek başına ilerlemeye devam eder. Hiçbir yere, insana ya da bir düşünceye bağlı kalmaz. Ait olmaktan ve sahip olmaktan nefret eder. Ağaç gibi bir yere çakılı kalmak asla ona göre değildir. Okulu ve okulun sunduğu eğitim sürecini reddettikten sonra edebiyata yoğunlaşarak kitaplara gömülüp Dostoyevski’den ve Knut Hansun’dan fazlasıyla etkilenen Ambjörnsen, o yıllarda doğayı, ahlak kurallarını, etiği, gerçek özgürlüğü, toplumun alışkın olmadığı yeraltı dünyasını sorgulayan yapıda aykırı şiirler yazar.
Edebiyata olan bakış açısını,“Şimdiye kadar bağlı kaldığım ideallerimde bir yanlışlık olduğunun farkına vardım. Kurtulmalıydım onlardan. Gerçek kimliğimden hareketle bir şeyler yazmalıydım. Çarpık bir kimlik, tamam ama benim kimliğim! Ben; eğitimini tamamlamamış, uzun saçlı, kafası uyuşturucuyla dolu bir serseriydim; toplumun bisikletinin tekerine takılmış bir çomak…” sözleriyle ifade eder.
10 yıl boyunca yazdığı şiirleri, genel teması toplum düzenine karşı gelen bir kültürü ifade ettiği gerekçesiyle Norveçli yayıncılar tarafından reddedilmiş olsa da 70’li yılların başında Ambjörnsen’in tarzına yakın olan bazı dergiler tarafından yayımlanmaya başlar. Sonraki süreçte şiir yazmayı bir kenara bırakıp roman türüne yönelir. İlk eserleri büyük yankı uyandırmasa da ona ülke çapında ün kazandıracak eseri olan Beyaz Zenciler romanı yayımlandığında 30 yaşına yeni ayak basmıştır.
Uyku tulumunda yaşayıp otostopla pek çok ülkeyi dolaşmış özgürlük düşkünü Ambjörnsen fazlasıyla uzun, dalgalı ve bir o kadar da havalı saçlarıyla “Hippi ve Punk” kuşağını temsil eden bir figür olarak kabul edilirken, esrarın serbest olması yönünde demeçler vermesi nedeniyle de “uyuşturucu maddelerin yazarı” sıfatıyla anılmaya başlar. Yarı otobiyografik olup “genel toplum ahlakı”nın ve anlayışının dışında kalan düşkünlerin, alkoliklerin, hayat kadınlarının, uyuşturucu bağımlılarının ve serserilerin izini süren Beyaz Zenciler romanını yazma sebebini şu şekilde açıklar: “Beni Beyaz Zenciler kitabını yazmaya iten 70’li yıllarda yayımlanan kitaplar oldu. Bu kitaplar blöf doluydu. Uyuşturucu cehennemlerini anlatan uyduruk anı defterleri filan… Her şeyin bombok çevreler olarak anlatıldığı bu kitaplar beni çok öfkelendiriyordu. İnsan her yerde insandır. Kimse bilmediği şeyleri yazmaya çalışmamalı. Ben bunları hem bildiğim, hem de takıntım olduğu için yazdım.”
Genç yaşlarda okunduğunda her şeyi geride bırakıp yollara düşme isteği uyandıran Beyaz Zenciler kitabının Türkçe yayın hakkını iki adet lületaşı pipo karşılığında Ayrıntı Yayınları’na veren alçak gönüllü yazar, ilerleyen yıllarda çocuk edebiyatına polisiye kitaplar da kazandırmıştır. Sosyal fobi hastalığından muzdarip olan, uzun süre psikiyatrik tedavi gören ve normal hayata uyum sağlama sürecini ve bu süreçte karşılaştığı uyum sorununu baş karakteri Elling ve arkadaşı üzerinden anlattığı Elling serisi beyazperdeye de uyarlanmıştır.
30 yaşında evlenip elini eteğini uyuşturucu maddelerden çeken, 40’ın üzerinde eser ortaya koyup pek çok ödüle layık görülen senarist ve yazar olan Ingvar Ambjörnsen, alkolizmi ve madde bağımlılığını en doğal şekliyle anlatarak dünya edebiyatında sesini duyurmayı başarmıştır. Feleğin çemberinden kendi imkânlarıyla geçmiş, “Yeraltı Edebiyatı” kavramına en uygun şekilde yaşayıp ilgi alanına giren konuları en iyi şekilde ele almayı başarmış yazarların başında gelir.
Yaşamını Almanya’da sürdüren Norveçli yazar; dünya görüşünü, edebi bakış açısını ve yazma eylemine dair tutkusunu şu sözlerle en güzel şekilde ifade eder: “Bizleri içimizdeki yeni ufuklara doğru sürekli yönlendiren düşlerimiz… Ne kadar çılgın, ne kadar gerçeklerden uzak olurlarsa olsunlar; bizi canlı tutan, kan dolaşımımızı sağlayan, dünyayı ayaklarımızın altında döndüren düşlerimiz… Düşlerimiz olmaksızın birer ölüyüz bizler…”