Evcilleştirilen ilk hayvan olan köpeğin, insanların sosyal yaşantısına dâhil olması yapılan araştırmalara göre on beş bin yıl öncesine dayanıyor. Kurt ırklarının ıslahıyla ortaya çıkan köpeklerin, Sibirya’da avcı-toplayıcı toplumun önemli bir parçası haline gelip evcilleştirilmesiyle başlayan süreç günümüzde insanların en yakın hayvan dostu olmasına kadar ulaşmıştır. Hayvanlar arasındaki en kadim dostumuz olan köpekler birbirinden güzel filmlerle beyazperdeye de pek çok kez konu olmuştur.
1925 yılında Alaska’da yaşanmış gerçek bir hikâye olup, 2019 yılında Disney tarafından sinemaya uyarlanan “Togo”, kızak çeken köpeklerin lideri olarak boy gösteriyor filmde. Willem Dafoe’nun canlandırdığı Norveçli kızak köpeği eğitmeni Leonhard Seppala’nın hayatı yavru Togo ile kesişir. Eğitilmesi, olgunlaşması ve sorumluluk alması imkânsız gibi görünen Togo, Seppala için zor bir vakayken, zamanla durum tam tersine dönecektir. İnsana dair; serserilik, anarşistlik, başına buyrukluk ve özgürlüğe düşkünlük gibi özelliklerin kızak çeken iradeli bir köpeğin karakterinde yer bulması filmi daha en başında ilgi çekici hâle getiriyor. Hikâyenin anlatıldığı dönemde çocukların ölümüne sebep olan salgın hastalığın ilacının sevkiyatı, hava şartlarının hiç de uygun olmadığı bir zamanda Togo önderliğinde Seppala’ya düşer. Aynı zamanda bir yol filmi olması, hikâyenin gerçekliği ve hizmet edilen amacın kutsallığı, Sibirya’nın yabani doğası eşliğinde görsel şölene dönüşerek filmin değerini daha da artırıyor. Ayrıca Togo’nun 2011 yılında “Times” dergisi tarafından “tüm zamanların en cesur hayvanı” seçildiğini de belirtmeden geçmeyelim.
Romain Gary‘nin aynı isimli romanından Amerikalı yönetmen Samuel Fuller tarafından sinemaya uyarlanan “Beyaz Köpek / White Dog” (1982), ırkçılık konusuyla insan ve köpeği karşı karşıya getiriyor. Faşist bir insan tarafından siyahilere saldırmak için özel olarak eğitilen beyaz bir kurt köpeğinin gerilim yüklü hikâyesi aynı zamanda pek çok metaforu da içinde barındırıyor. Sokakta başıboş hâlde bulunduktan sonra siyahi bir köpek eğitmeni tarafından ıslah edilmeye çalışılan beyaz köpek, psikolojide “öğrenilmiş nefret” durumunu gözler önüne seriyor. Irka dayalı nefretin ideolojik bir savunma hâli ya da politik bir duruş değil de zihinsel bir hastalık olduğunu çarpıcı finaliyle ele alan film, konusu itibariyle büyük tartışmalara sebep olmuş ve vizyona girdikten birkaç gün sonra Amerika’da gösterimden kaldırılmıştır.
Gerçek bir hikâyeden uyarlanan ve bir köpeğin biyografisi olma niteliği taşıyan “Köpeğim Skip / My Dog Skip” (2000) 1940’lı yılların Amerika’sını izleyiciye aktarırken, arka planda İkinci Dünya Savaşı’na ve siyahilere yönelik ırkçılık sorununa da değinerek önemli mesajları içinde barındırmasıyla ön plana çıkıyor. Sosyal fobisi olan, akranları tarafından dışlanan, özgüven eksiliği sebebiyle de yalnız ve mutsuz büyüyen Willie’nin hayatına güzel bir sürpriz olarak giren Jack Russell Teriyer cinsi “Skip” Willie’nin yaşamını sonsuza dek değiştirecektir. Çocukluğunu birlikte yaşadığı, beraber büyüdüğü can dostu Skip sayesinde karakterini günden güne inşa eden Willie, mutluluğuna ve özgüvenine kavuşurken yüzleşeceği tek gerçek köpeklerin insanlardan daha hızlı yaşlandığını kabul etmesi olacaktır.
Politik sinemanın köpekler üzerinden yapılan en güçlü örneği, kuşkusuz Macaristan yapımı “Beyaz Tanrı / Fehér Isten” (2014) filmidir. Macaristan Hükümeti’nin başıboş ve melez olan köpeklerin toplatılıp öldürülmesi üzerine çıkardığı yasayı konu alan film, ilk bakışta melez bir köpek olan Hagen ve sahibi Lili’nin hikâyesi gibi görünse de arka planda sınıf mücadelesi, ırkçılık, iktidar, baskı, itaat etmek, başkaldırı ve özgürlük gibi konuları işlemesi açısından filmi benzerlerinden ayırıyor. İnsan türünün tasarladığı acımasız dünya düzeninin içinde kendine yer edinmeye çalışan Hagen’in, gördükleri ve yaşadıklarından sonra büründüğü farklı karakter ve ruh hâli kuşkusuz sosyal bir evrimi ifade ediyor. Ezilmek, başkaldırmak ve sonunda zulmeden taraf olmak gibi evrelerin sadece insana özgü olmadığını gösteriyor film. “İntikam” temasının şiddetli bir biçimde izleyiciye sunulmasına rağmen, köpeklerin bulunduğu hiçbir sahnenin montaj olmaması, dahası köpeklere karşı en ufak bir şiddet uygulanmaması filmi daha da değerli kılıyor. Pek çok yerde kullanılan metafor, politik gönderme, mesaj ve insan-köpek kıyasının sanatsal yönden filmin bakış açısını genişletmesi Macar yönetmenin elini güçlendiriyor. Film için sokaklardan alınıp eğitilen 274 melez köpeğin filmden sonra sahiplendirilmesi de ayrıca takdiri hak ediyor.
Arjantinli yönetmen Carlos Sorin’in 2005 yapımı “Bombon El Perro” filminde 20 yıl benzin istasyonunda çalıştıktan sonra işsiz kalmış 52 yaşındaki Juan Villegas’ın hayata tutunmaya çalıştığı günleri anlatılıyor. Eşini yıllar önce kaybetmiş olan kahramanımız kızıyla birlikte yoksulluk içinde bir yaşam sürerken, yine iş aradığı günlerin birinde yardım ettiği bir kadından “Dogo” cinsinde bir köpek alır. Kendi karnını bile zor doyurabilen Villegas’ın hayatı Bombon sayesinde değişecektir. Yoksulluğun, çaresizliğin ve umutsuzluğun hüküm sürdüğü filmde kurtarıcı rolü üstlenen Bombon’un yarattığı mucize, köpeklerin karşılıksız sevgisini ve kutsal sadakatini bir kez daha hatırlatmayı başarıyor izleyenlere.
Varlıklarıyla, dostluklarıyla ve masumluklarıyla bizlere yoldaş olan, hayatımıza renk katarken pek çok manevi duyguyu sadakatleriyle bizlere gösteren köpeklerin güzel kalplerine layık olabilmek, içinde bulunduğumuz bu berbat çağa rağmen insan olmanın erdemlerinden birini hatırlatıyor bizlere. Köpeklerin insan hayatındaki yeri ve önemi “Togo” filminde şu şekilde ifade edilmiştir:
“Gerçekten özel bir köpekle tanışırsanız sonsuza kadar kalıyorlar. Bütün yaşam boyu sizinle oluyorlar. Kalbinize bağlı, gitmeyecek şekilde.”