DİSTOPYA VE UMUT ARASINDA BİR ANLATI: SICAK KAFA

Toplumsal ilişkilere sinmiş etkilerini hâlâ hissettiğimiz bir salgın ve karantina sürecini yeni arkamızda bıraktık. Hatta daha doğrusu arkamızda bırakmaya çalışıyoruz. Küresel ölçekte yaşamı donduran, gündelik pratiklerimizin doğasını yıkıp “yeni bir normal” dayatan son derece yıpratıcı bir süreçti. Bu tarihsel olay da diğerleri gibi kültürü etkiledi. Dünya’da da ülkemizde de salgın kavramı ve onun distopik atmosferinin keşmekeşinde geçecek birçok yapım üretildi ve üretilecek; işte Sıcak Kafa, Türkiye’den üretilen, böyle bir yapım.

Afşin Kum’un aynı ismi taşıyan romanından uyarlanan Sıcak Kafa; Pardon (2005), Fi (2017) ve Muhteşem Yüzyıl (2013) işlerinden de tanıdığımız Mert Baykal’ın yönetmenliğinde, Netflix ekranlarında bizlerle buluşuyor. Dizide ayrıca ciddi nitelikli bir oyuncu kadrosunu da izleme şansına sahibiz; Osman Sonant, Şevket Çoruh, Hazal Subaşı, Erdem Akakçe, Gonca Vuslateri ve Haluk Bilginer…

Sıcak Kafa, konuşarak yayılan bir salgın hastalığın alt üst ettiği İstanbul sokaklarında, bu salgını egemenlikleri için bir kaldıraç olarak kullanmış SMK (Salgınla Mücadele Kurumu) isimli distopik bir örgütün gölgesinde başlıyor. Kahramanlarımız, post-apokaliptik (kıyamet sonrası) bir İstanbul’da teslimiyet ve mücadele arasında salınımdalar sürekli.

İlk buhar makinesinin de pek çok aksayan yeri vardı. Ancak bu aksaklık ve eksikleri onun ilk buhar makinesi olma vasfını tali kılmıyor. Sıcak Kafa da yerli yapımlar arasında bir “ilk buhar makinesi” olma muhtevasına sahip. Kusurları, kör göze parmak da denebilecek “absürtlükleri” yok değil. Ancak bu yönlerini ele alırken, bahsettiğim “ilk buhar makinesi” düsturundan yola çıkacağız. Yazının bundan sonraki kısımları dizi/roman hakkında büyüklü küçüklü sürpriz bozanlar içermektedir.

Afşin Kum, 2016 yılında romanını yazarken Covid-19 salgınında gerçekleşenler ile romanının epey uyuşacağını tahmin edemezdi. Ancak roman yaşanan gerçekliğin hemen öncesinde gelmişti. Dizi ise bu deneyimin hemen ardından geliyor. Evlere kapatıldığımız, olağanüstü hâl rejimi ile toplum üzerindeki denetim ve tahakküm mekanizmalarının yoğunlaştığı günleri deneyimledik. O yüzden bugün Sıcak Kafa’daki şeytani dünya sistemi bize tanıdık geliyor. Öyle aman aman tüylerimiz diken diken olmuyor. Sıcak Kafa şaşırtma faktörünü kaybetmiş olarak başlamış gözükse de deneyimlediğimiz olağanüstü hâl rejiminin süreklilik kazandığı bir gelecek portrelemesi açısından ilgiyi tekrar çekiyor.

Karakter odaklı ilerliyor hikâyemiz. Her ne kadar vurucu gücü atmosfer ve prodüksiyon olsa da esasında bilindik bir kahramanın yolculuğu var karşımızda. Murat Siyavuş… Kendisi bir dilbilimci. ARDS olarak bilinen, halk arasında ise kestirmeden “abuklama” isimlendirilmesi ile tanıyacağımız hastalık ilk yayılmaya başladığında o da seçkin bir bilimsel araştırma ekibinin parçası. Kulaktan kulağa, konuşma yoluyla bulaşan ve “enfekte” olan kişinin “abuk sabuk” konuştuğu bu hastalığa bir çare bulabilmek için Murat Siyavuş, arkadaşı Özgür ve diğer ekip üyeleri çalışıyorlar. Ancak daha sonra bizzat SMK yöneticilerinden olan Fazıl’ın kundaklaması olduğunu öğreneceğimiz bir yangında kendileri de araştırmaları da kül oluyor. Tabii esas kahramanımız Murat Siyavuş hariç.

Murat, arkadaşı Özgür’ün çalışmaları sonucunda hastalığa bağışıklık tepkileri göstermekte. Ne olursa olsun “abuklamıyor”, yalnızca hikâyemize de ismini vereceği üzere, kafası vücudundan müstesna şekilde ısınıyor. Burada karşımıza bir dizi klasik sürpriz çıkıyor. Öldü sanılan Özgür, aslında o yangında ölmemiş.

Yangından sonra gizlilik içinde yaşayan, tüm insanlığa umut olabilecek bir bağışıklık refleksi taşımasına rağmen saklanan Murat Siyavuş, kabuğunun içinde sinmiş durumda tamamen. Onun, kabuğundan çıkıp, hikâyemizin fitilinin ateşlenmesi, kendi iradesinin dışında biraz kaderin determinizminin etkisiyle oluyor. Bir süpermarkette abuk alarmı veriliyor ve küçük bir çocuğu kurtarmak için kulaklığını ona takıyor. Böylece SMK görevlileri, olay yeri incelemesinde onun bağışıklığa sahip olduğunu fark edip peşine düşüyorlar. Murat artık geçmişinden kaçamaz, etrafından gerçekleşen acılara ve gözlerinin önünde inşa edilmiş cehenneme gözlerini kapayamaz. Artık geçmişinden saklanmak değil, onun üzerine koşmak, izini sürmek zorundadır. Böylece, belki kendisinin lanet olarak nitelediği “sıcak kafasından” onu kurtarır umuduyla, önce Özgür’ün, sonra ise kurtuluşunun peşine doğru bir yolculuğa çıkar.

Bu yolculukta SMK’ya karşı bir muhalefet örgütleyen ve halkı insanlık dışı uygulamalara karşı mobilize etmek isteyen “Artı Bir” isimli bir grupla yolları kesişiyor. Bu gruptan -son derece sığ yazılmış ihanetini sezonun son dakikalarında öğreneceğimiz- Şule onunla temas kuruyor. Salgına çare arayan ve kendi paralel araştırmasını yürüten Artı Bir’in bilim ekibi, zaten Murat Siyavuş ile iletişim kurmanın peşinde. Böylece, kahramanımız kendisini bir savaşın ortasında buluyor ve taraf seçmek zorunda kalıyor. Murat Siyavuş bilmeceyi yalnızca kendisinin çözebileceğinin bilincine varıyor ve tarafını seçtiğini deklare ettikten sonra sezonumuz kapanıyor.

Bir sonraki sezonunda daha ciddi bir görüntü verebilir ve ilk buhar makinesi olma durumunu aşabilirse Sıcak Kafa’nın akıllara kazınacak bir iş olacağına kesin gözüyle bakıyorum.

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz