YENİ YUVAMIZ: DUNE – ÇÖL GEZEGENİ

2020’ler tahmin edildiği gibi uçan arabalarla, alüminyum folyo kıyafetlerle geçen yıllar olmuyor ama geekler için yine de iyi bir dönem. Marvel ve DC filmleri başta olmak üzere, son yıllarda büyük bütçeli pek çok işle, bilim kurgu ve fantazya filmleri eski yıllara oranla artış gösterdi. Şüphesiz hepsi aynı başarıyı gösteremedi. Dune’u izlerken en son ne zaman bunu hissettiğimi düşünmeden edemedim. Son yıllarda bize yeni dünyalar vaat eden pek çok kapı aralandı ama biz kaçında, evimizde gibi hissettik? Bilim kurgu ve fantastik filmlerin veya kitapların en büyük kozlarının yeni dünyalar sunmaları olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yeni dünyalar deyince Orta Dünya, Hogwarts, çok çok uzak bir galaksi, Westeros ve bir yeşil tonuna ismini veren Matrix hemen aklımıza gelir. Z jenerasyonu olarak buna 12. Mıntıka’yı da ekleyebilirim ama liste burada tıkanıyor gibi. Öyle ki stüdyolar defalarca garanti olana oynadığını düşünerek, hâlihazırda mürit gibi hayran kitleleri olan oyunları, kitapları uyarlamayı denedi. Bu kaybedenler kulübünün listesi yeni dünyalar listemizden bile uzun olabilir. Aklıma ilk gelen World of Warcraft oluyor. Bir diğeri de filmden filme, bir efsaneyi alıp hayran sömürüsüne dönüştüren Star Wars olabilir.

Arrival, Blade Runner 2049 ve Sicario ile zaten filmine giderken önümüzü iliklememiz gerektiğini bize öğreten yönetmen Denis Villeneuve, Dune’da bunu başarıyor. Yeni bir dünyamız daha var. Dune sadece epik bir film değil, aşk şiirleri yazılması gereken bir efsane. Gerçekten bu yeni dünyayı Fremenlerin mesih “Lisan Al Gaib”i bekleyişi gibi beklemedik mi?  Ben Özge Tan, Sandviç’in bana verdiği yetkiyle Arrakis’in çöllerini yeni geek yuvamız ilan ediyorum. Atreides! Atreides! Atreides!

Evet, çok da galeyana gelmeden yazıya devam edelim 🙂 Film Frank Herbert’ın tüm zamanların en çok satan bilim kurgu romanı unvanına sahip Dune serisinden uyarlama ve perdeye yansıtılan ilk kitabın yarısı olsa da asla fazla gelen detay, sahne yok; aksine 4 saatlik bir director’s cut için yol gözletiyor. Tabii bu çöl hasretimizi dindirecek güzel haber, filmin vizyondaki ilk haftasında geldi. İkinci film için hazırlıklara başlandı. Çölümüze Ekim 2023’te yeniden kavuşacağız!

Filmin müzikleri Hans Zimmer’a aitken, görüntü yönetmeni dünyanın en iyilerinden kabul edilen Greig Fraser. Timothee Clement, Rebecca Ferguson, Oscar Isaac, Javier Bardem, Zendaya ve Jason Momoa’yı bir araya getiren oyuncu kadrosunun mükemmelliği zaten tartışmaya açık bile değildir herhalde.  Dune dillerinin yaratımında çalışan isim ise Game of Thrones dizisinde Dothraki ve Valyrian dillerinin yaratıcısı olan David J. Peterson’dan başkası değil. Bu da klişe bir tabirle, başarı tesadüf değildir, dedirtiyor. Ve sinemanın gücüne bir kez daha iman ettiriyor.

Ortadoğulu biri olarak bariz olanı söylemekten de geri kalamayacağım. 10191 yılında geçen gezegenler arası bu macerada Arrakis halkının uzay mekiklerin yakıtı olan, evrenin en kıymetli maddesi baharata sahip olması sebebiyle sömürülmesi, zulme uğraması ve hatta baharat uğruna kasti olarak koşullarının iyileştirilmemesi, düpedüz bir “aman petrol, canım petrol” hikâyesi. Burada Herbert, petrol sömürüsüne gönderme yaparak, “Bu insanoğlu 10 bin yıl geçse yine de değişmez.” mi demek istemiş, bilemeyiz.

Dük Leto Atreides bir tuzağa çekildiğini bile bile görevi kabul ederken aslında Atreides halkı ölümüne bir sürgün için yola çıkıyor. Filmde imparatorluğun rakibi olarak gördüğü Atreidesler, intihar görevine çıkarken o ana kadar kimsenin yapmadığını yapıp çöl halkı Fremenler ile bir ittifak kurmak niyetindedir. Oysa kaderin farklı planları vardır. Zaten imkânsız olan bu göreve bir de insan olma zaafları eklenir. Arrakis’in önceki sahipleri ve filmimizin kötü adamları Harkonnenler doktorun karısını kaçırmıştır. Bu da politik, ekolojik vs. pek çok tabana oturtulmuş hikâyenin bizi getirdiği, ikinci klişeyi söyleme noktası oluyor: Kötüler her zaman kazanır çünkü iyilerin sınırları, değerleri ve zaafları vardır. Bir gece ansızın kalkanlar iner ve soykırım başlar. Hesaba katılmayan ise Paul’un neredeyse Paulo Coelho’nun Simyacı kitabını hatırlatan bir çağrıyla çöle çekildiğidir.

Açklayıcı sahnelerin yetersizliğinden bahsediliyorsa da film, son filmlerinde her şeyi açıklamaya çalışan Christopher Nolan’dan da tam not aldı. Director Cut Podcast’in bir bölümünde yönetmen Denis Villeneuve’le konuşan Nolan, “Her yerdeki film izleyicileri için gerçek bir zevk ve gerçek bir hediye” diyerek filmi övmekten geri kalmadı.

Bene Gesserit, ana hikâye örgüsünden sonra en çok dikkat çeken kısım ve belki de açıklayıcı sahnelerin yokluğunu en çok buralarda hissediyoruz. “Ses”i yönetme güçleri olan, cariyelerle hanedanları eşleştirerek, bir nevi genetik havuzla bir mesih yaratmaya çalışan bu grup, bir mesihi gerçekten bekliyor mu, yoksa o algıyı yaratmak mı asıl görevleri; ayırt etmek zorlaşıyor. Ama burada da sevindirici bir diğer haberi verelim ki Bene Gesserit hikayesi için bir dizi planlanıyor. Dune: The Sisterhood dizisi pek çok soruyu yanıtlayabilir.

Paul’un çadırda gördüğü rüya ise bize ikinci film için verilen en büyük ipucu olabilir. Atreides adıyla evrende bir savaş başlayacağını gören Paul, bunu her ne kadar istemese de kısa bir süre önce reddettiği yüzüğü de devralmasıyla kaçtığı kehanete adım adım yürüyor. Filmde çok sahnesi olmasa da Paul’un öngörüleri ve rüyaları Chani için de “geliyor gelmekte olan” dedirtiyor. Bize de o zamana kadar evin içinde “Atreides!” diye bağırarak ikinci filmi beklemek düşüyor.

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz