Senem Tüzen’in senaryosunu yazıp, yönetmenliğini yaptığı; Esra Bezen Bilgin, Nihal G. Koldaş ve Semih Aydın’ın başrollerini paylaştığı 2015 Türk-Yunan ortak yapımı Ana Yurdu, birçok dalda ödüle layık görülmüştür.
Film en yalın haliyle, bir anne ve kızın çatışmasını konu edinmektedir. Nesrin (Esra Bezen Bilgin) boşanma sürecinin ardından, yazmakta olduğu kitabını tamamlamak üzere yalnız kalmak için, ölmüş anneannesinin köydeki boş evine gider. Bu kitap, aynı zamanda, bir şekilde kendini toparlamaya çalışan karakterimizin kendine olan inancının metaforudur. Kızının köyde olduğunun bir şekilde haberini alan emekli öğretmen Halise (Nihal Koldaş) onun peşinden köye gitmiştir. Nesrin yalnız kalmak istediğini söylese bile anne bunu önemsemeyecek ve bu çıkıp geliş işleri zorlaştıracaktır.
Nesrin, köye girdiğinde neredeyse bir yıldır kullanılmayan evin anahtarını almak için çaldığı kapıda “kadın kızım” sözcükleri ile karşılanır. Buradan da anlarız ki Ana Yurdu, Nesrin’i kadın oluşundan sınayacaktır. Ana Yurdu’nda ataerkinin yaratmış olduğu tahakküm kültürü öylesine güçlü ve yıkıcıdır ki kadınların kimliklerini ele geçirerek kendine üreyecek bedenler bulmuştur. Bu yurdun kadınları, köylerini terk edemeyen, etse bile baskıdan kurtulamayan kadınlardır.
Nesrin, bir akşamüstü arabasıyla kaza yaptığı için, bu dilin esir aldığı kadınlarla bir traktörün kasasında bu yurda giriş yapar. Köye girişle birlikte Tüzen; huzurlu, yeşilliklerle dolu, sessiz, sakin gibi görünen taşra hayatının perdesini yavaş yavaş kaldırmaya başlar. Bu perdenin arkasında evlerden sokaklara taşan, sokaklardan günlük yaşamın rutinlerine yerleşmiş, baş tacı edilmiş, kadınların bakışlarını ve zihinlerini kendine yuva edinmiş olan eril bakışı görürüz. Tüzen’in bu bakışı bize gösterdiği ilk yer, Nesrin’in annesiyle yaptığı telefon konuşmasıdır; anlarız ki köylü, dul bir kadının köye gelişine sıcak bakmamaktadır.
Kontrol altında tutmak için kızının yanına geldiğinde, anne Halise’nin de toplumdan ve kendi annesinden devraldığını anladığımız tahakküm kültürünün esiri olduğunu görürüz. Öğretmen olup köyünü terk etmiş olmasına rağmen baskıyı sürekli olarak üzerinde taşıdığını anladığımız Halise, eril bakışın üreticisi ve sürdürücüsü hâline gelmiştir.
Kürtaj yaptırmış ve boşanmış olan Nesrin, Halise’nin gözünde günahkâr ve yuvasına sahip çıkamayan bir kadındır. İletişimlerinin hasarlı olduğunu anladığımız anne-kız, bu evin içerisinde sürekli olarak; inanışlar, toplumsal değerler ve hayat görüşü olarak kimi zaman hiç konuşmadan bile çarpışmaktadır. Öyle ki Nesrin, annesinin geleceğini öğrendiğinde, üzerini örterek balkona asmış olduğu iç çamaşırının örtüsünü alıp, annenin tahakkümünü yıkmak istediğini bize göstermiştir. Halise’nin eve gelişinden sonra köydeki diğer kadınlar da eve gelip gitmeye başlamış ve Nesrin’in yaratmak istediği özel mekânına sızmışlardır. Halise sürekli olarak toplumun ve inandığı dinin dili ile konuşmakta ve kimi zaman da kocasının söylemek istediklerini söyleyerek baskıyı şiddetlendirmektedir. Filmin başında annenin zararsız gibi görünen ufak istekleri zamanla artmıştır. Önce Nesrin’in görünüşüne ve davranışlarına, ardından düşüncelerine karışan Halise, sonunda kızından “teslim olmasını” istemiştir.
Halise, tüm bu isteklerini “kızının iyiliği için kulağına fısıldanan sözler” olarak dile getirmektedir. Nesrin bu cümleyi annesinin “kafa sesi” olarak yorumlamıştır. Fakat hiç şüphesiz bu sesler Ana Yurdu’ndaki tüm kadınların sürekli olarak kulaklarına fısıldanmış ataerkinin sözleridir. Film boyunca bu kurallara direnmeye çalışan Nesrin’in, annesinin her isteğini önce reddettiği ve ardından gelen sahnede bu istekleri bir şekilde yerine getirdiği görülmektedir.
Tüm bunlar Nesrin’in kitabını yetiştirememesi ile sonuçlanmıştır. Son olarak kapıda kesilmiş kurbanın görüntüsünden sonra Nesrin, evi terk etmeye karar vermiş ve valizini hazırlamıştır. Annesinin duygusal bakışları sebebiyle bunu da yapamayan Nesrin, kendini evden dışarıya atmıştır. Filmin sonunda, Nesrin ile ara ara iletişim kurmuş olduğu kurmacadaki tek erkek karakter Halil (Semih Aydın) arasında, küçük el şakaları ile başlayan dokunuşların ardından, cinsel bir birliktelik yaşanmıştır. Sahne aynı zamanda, Halise’nin Nesrin’e her şeyin yoluna girmesi için “Kendini teslim edeceksin.” dediği konuşmayı akıllara getirmektedir.
Filmin afişine baktığımızda da filmin merkezine aldığı Nesrin’i yüzünün yarısı saçlarıyla kaplanmış, gözleri kapalı halde görürüz. Annenin eli de bu yüzün üzerindedir. Görüntü bize filmin son karelerinden olan cinsel ilişki sahnesindeki Nesrin’in yüzünü anımsatır. Gözleri kapanmış Nesrin bu karede, filmin içerisinde kurban edilen bir koyun gibi yatmaktadır. Önce oradaki kadınların ve annenin kimliklerine sızarak onları kendine kurban etmiş ataerki Nesrin’i de kurban etmiştir. Son karede Nesrin, aynadan kendine bakarken hafifçe duyulan bir ses ile sela okunmaktadır.
Çocukların da şahit olduğu açık arazideki bu birliktelik, tahakküm kültürünün bir sonucu olan kurban kültürünü bize göstermekte ve bu baskıyı yaşayan bir kadın ile delilik arasında ince bir çizgi olduğunun altını çizmektedir. Tüzen’in, perdesinin bir kısmını kaldırmış olduğu taşra hayatında ataerkinin dili bir sonraki nesle aktarılırken, cinsiyet gözetmeksizin kendine yeni kurbanlar seçmekte ve kadınların hayatını kısır bir döngüye sokarak deliliğin eşiğine getirmektedir.
Tüzen’in kayıp kimlikli kadınlardan oluşturduğu Ana Yurdu’nda kuşak, kültür ya da dil değişse bile sınanma değişmemektedir.