Dünyanın ilk romanı olarak kabul edilen, Murasaki Shikibu’nin kaleme aldığı “Genji’nin Hikayesi”, Oğuz Baykara’nın çevirisiyle VakıfBank Kültür Yayınları’ndan çıktı.
11. yüzyılın başlarında kaleme alınan “Genji’nin Hikâyesi”, dünya edebiyatının kurgu alanında öncü kabul ettiği bir başyapıt. Toplam 54 bölümden oluşan “Genji’nin Hikâyesi”, olağanüstü yakışıklılığı ve yetenekleriyle, “Işık Saçan Prens” olarak tanınan aristokrat Hikaru Genji’nin yaşamını ve 41. bölümden sonra da onun soyundan gelen bazı karakterlerin hikâyelerini anlatıyor. Roman hem Genji’nin karmaşık romantik ilişkilerini, siyasi çabalarını ve kişisel mücadelesini takip ederken hem de okurlara Heian dönemi Japonya’sındaki imparatorluk sarayının yaşamı hakkında zengin tasvirler sunuyor.

“Genji’nin Hikâyesi”nin en dikkat çekici yönlerinden biri de düzyazı ile şiirin ustaca harmanlanmış olması. Roman, sadece karakterlerin duygularını anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda duygu, düşünce ve güzelliğin derinliğini yakalayan 800’den fazla geleneksel waka şiiri içeriyor. Bu şiirler, elden ele dolaşıp karakterler arasında derin bir iletişim kurarak, düzyazının tek başına veremeyeceği duyguları açığa çıkarıyor. Oğuz Baykara da her dizesi genellikle 14 heceden oluşan ölçülü ve uyaklı beyitler hâlindeki şiir çevirileriyle Murasaki Shikibu’nun 1000 yıl önce Genji Monogatari’de yaratmış olduğu şiir şölenini onun ölümünden 1000 yıl sonra eserin Türkçe çevirisinde dilimize yansıtıyor. Sadece Japonya’nın değil, dünya edebiyat tarihinin en büyük hazinelerinden biri olan ve ilk kez Türkçeye çevrilen, “Genji’nin Hikâyesi” sizi bambaşka bir dünyaya davet ediyor. İki ciltten oluşan ve şık bir sunumla satışa sunulan bu eser hem edebi hem de görsel anlamda kitapseverleri mutlu edecek.
“Bir süre sonra İmparator’dan getirdiği mektubu verdi. ‘İmparator Efendimiz geçenlerde bana devamlı kâbuslar gördüğünü söyledi. Rahatsızlığı zaman zaman düzelir gibi olsa da kâbuslarının sonu gelmek bilmiyormuş. Hiç değilse bu kara günümde bana mânen destek verecek birisi olsaydı yanımda, dedi. Böyle deyince de aklına siz geldiniz efendim. Sizi acısına ortak etmek için saraya davet ediyor. Çocuğun böyle karanlık, metruk, gözyaşının dinmediği bir evde kaldığını düşündükçe çok üzülüyor. Sizin çocukla birlikte saraya bir an önce gelmenizi bekliyor. Bana bu dileğini iletirken efendimiz hıçkırıklar içindeydi, zor konuşu yordu inanın. Hiçbir imparator kendi kullarının önünde gözyaşı dökerek aciz görünmek istemez. İnanın onun söylediklerini sonuna kadar dinleyemeden geldim buralara. İşte İmparatorumuzun mektubu’ dedi ve elindeki zarfı yaşlı kadına uzattı.
‘Kızım ağlamaktan göremiyorum. Bu latif sözler hanemi aydınlatsın. Mektubu bana sen okuyuverir misin’ dedi yaşlı kadın.
İmparator’un mektubu aynen şöyleydi: ‘Zaman kanayan yaramı sarar diye düşündüm ama öyle olmadı. Yaram şimdi daha da derin. Oğlumdan uzak kalmak, onun büyüdüğünü, olgunlaştığını görememek beni kahrediyor. Sizden oğlumu bana getirmenizi rica ediyorum. O, hepimize annesinden yadigâr.’
İmparator tarafından yapılan bu asil ricanın içtenliğine hiç şüphe olamazdı. Mektuba bir de şiir eklenmişti ama sıra şiiri okumaya geldiğinde çeşme gibi akan gözyaşlarından yaşlı kadın hiçbir şey göremez olmuştu.
‘Ne zaman Miyagi’den şebnemli rüzgâr esse, Hep aklıma o küçük çalı yoncası gelir.’ “