GÜZEL KIZLAR MEZAR KAZAR: RESİM SANATINDA ÖLÜM TASVİRİ

Güzel bir kadının ölümü tartışmasız dünyanın en şiirsel konusudur.

-Edgar Allen Poe

Edebiyatta güzellik, aşk ve ölüm düşünüldüğünde, akıllara hemen Edgar Allen Poe gelir; peki ya görsel sanatlar? Bu yazıyı, mürekkeple kâğıt üzerinde değil, renkli olarak tuvaller üzerinde yakalanmış, ölü veya ölmekte olan kadınlara dair küçük bir bakış olarak okuyunuz.

Fransız sanatçı Paul Delaroche’un 1855 yılında tamamladığı The Young Martyr (Genç Şehit) tablosu, 19. yüzyıl romantik sanat akımının güçlü bir temsilcisi olarak dikkat çekiyor. Bu eser, erken Hristiyanlık dönemindeki bir şehidin hikâyesini dramatik ve etkileyici bir biçimde yorumlayarak izleyiciyi hem duygusal hem de düşünsel bir yolculuğa davet ediyor.

Eserde, bir kadının Roma döneminde Hristiyan olduğu gerekçesiyle öldürülüşü resmedilmiştir. Genç şehidin bedeni, karanlık bir gece sahnesinde sakin bir nehir üzerinde yüzmektedir. Kadının yüzündeki masumiyet, ay ışığının aydınlattığı yüz hatlarıyla vurgulanmış, dramatik bir atmosfer yaratılmıştır. Delaroche, suyun yansıması ve kadının dingin duruşuyla adeta ölüm sonrası huzuru sembolize eder.

John Everett Millais’in Ophelia tablosu, Shakespeare’in Hamlet oyunundaki trajik karakter Ophelia’nın ölüm anını tasvir eder. Viktorya dönemi sanatında ve Pre-Raphaelite hareketinde önemli bir yere sahip olan eser, doğanın ve insan duygularının görkemli bir uyumunu yansıtır.

Shakespeare’in Hamlet oyununda Ophelia, babasının ölümüne duyduğu acı ve Hamlet’in ihaneti nedeniyle aklını yitirerek bir nehirde boğulur. Millais, bu trajik sonu hem şiirsel hem de görsel bir anlatımla resmeder. Ophelia’nın nehirdeki sakin yüz ifadesi, ölümün trajik doğasını romantik bir dokunuşla ele alır. Ancak çiçeklerin sembolik dili, ölümün ötesindeki umut ve yenilenme fikirlerini de çağrıştırır.

Yine Millais’in The Artist Attending the Mourning of a Young Girl (Genç Bir Kızın Yasına Katılan Sanatçı) tablosu yukarıda bahsi geçen ünlü Ophelia tablosundan sadece iki yıl sonra resmedilmiştir ve bu iki sanat eseri arasında çarpıcı bir tezat bulunmaktadır. Bu resimde Ophelia’nın karmaşık, zengin detayları veya yumuşak melankolisi yoktur ve renkler canlı ve net değil, daha yumuşaktır. Siyah ve gri tonları, basit, neredeyse çıplak kompozisyonla birlikte resmin gerçekçiliğine katkıda bulunur.

Tablonun arkasında neredeyse silinmek üzere olan yazıda şöyle belirtilir: “Millais’in kendi hayatında, kendisini tanımayan ancak genç bir sanatçı olduğunu bilen kişiler tarafından, gömülmeden önce tabutundaki bir kızın portresini çizmesi için çağrıldığı bir olayı temsil ediyor. Sahne onu o kadar çok etkiledi ki eve döndüğünde kızın portresini çizmesi istendiğini gösteren bu taslağı yaptı.” Bu bilgi resmin taslak tarzını açıklar niteliktedir. Ophelia tablosunun aksine, bu tablo ressamın hafızasından yapılmış, dikkatli ve sabırlı bir şekilde işlenmiştir.

George Frederic Watts’ın 1850 tarihli “Found Drowned” (Boğulmuş Hâlde Bulunan) adlı tablosunda Thames Nehri’nin suyuna batmış hâlde, Waterloo Köprüsü’nün kemerinin altından sürüklenen kadının cansız bedeni tasvir edilmiştir. Belki de bir hizmetçi olan sade giyimli kadının kolları ve vücudu, İsa’nın çarmıha gerilmesini anımsatan bir haç şeklini oluşturmaktadır. Bir elinde bir madalyon ve zincir tutmaktadır; bu, sevgilisine olan bağlılığını göstermektedir. Gökyüzünde ise tek bir yıldız, umudun bir işareti olarak görülmektedir.

İlk örneğimizde bahsettiğimiz Delaroche’un “Genç Şehit” adlı tablosu romantik ve mistikken, George Frederich Watts’ın “Boğulmuş Hâlde Bulunan” adlı tablosu neredeyse romantiktir. Watts bazen sembolist hareketle ilişkilendirilir ancak bu resimde toplumsal gerçekçilik türüne odaklanmıştır. Cansız bedeni Thames’in bulanık sularına gömülen genç kız, hayattan beklentileri kasvetli olduğu ve başka seçeneği olmadığı için intihar etmiş gibi görünen, işçi sınıfından bir kızdır. O zaman o bir işçi sınıfı şehidi değil midir?

Ressam, Thomas Hood’un 1844’te yayınlanan “Ah Çekme Köprüsü” adlı şiirinden esinlenmiştir. İşte esere uygun birkaç dize:

Bir diğer Pre-Raphaelite akımı ressamı olan Walter Crane’in, 1862 yılında resmettiği “Lady of Shalott” (Shalott Hanımı) tablosundaki teknede yatan, gümüş bir cübbe giymiş, uzun dalgalı kahverengi saçları etrafına yayılmış olan merhume en düşsel ceset gibi görünüyor. Yüzü o kadar solgun ve göz kapakları o kadar şefkatle kapalı ki sanki sevgilisinin nazik bir öpücüğü onları kapatmış da ölüm değilmiş gibi.

Sanat tarihinin çeşitli dönemlerinde kadın ölümleri, ressamların duygusal ve estetik yaklaşımlarıyla ele alınmış, güzellik ve trajediyi bir araya getiren güçlü temsiller yaratılmıştır. Delaroche’un mistik ve romantik The Young Martyr’i, Millais’in şiirsel Ophelia’sı, Watts’ın toplumsal gerçekçi Found Drowned’ı ve Crane’in düşsel Lady of Shalott’u, ölümün farklı katmanlarını ve toplumsal anlamlarını sorgulamamıza olanak tanır. Bu eserler, bir yandan ölümün soğuk gerçekliğini işlerken, diğer yandan ölüm sonrasındaki huzuru, yeniden doğumu ve insanın içsel çatışmalarını yansıtan çok boyutlu bir perspektif sunar.

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz