SİNEMADA DİRENİŞ, BAŞKALDIRI VE ANARŞİ

Devlet, düşman ya da sistem tarafından zulüm gören birey, elinden alınan haklarına ve özgürlüğüne tekrar kavuşmak için, ölümü bile göze alarak karşı saldırıya geçebilir. Bu eylem bazen bireysel, bazen de kitlesel olabilir. Birey ya da toplumun içinde çürüdüğü düzeni değiştirme arzusunu ele alan direniş ve başkaldırı temalı filmler, insanın en temel hakkı olan özgürce yaşama duygusunu izleyenlere hatırlatmayı başarır.

V For Vendetta, 2005

Sinemada anarşi denince akla ilk gelen filmlerden biri, Alan Moore’un yazdığı çizgi romandan sinemaya uyarlanan V For Vendetta‘dır kuşkusuz. Nükleer savaş sonrasında düzenin bozulduğu, faşizmin egemen olduğu İngiltere’de, güler yüzlü maskesiyle ortaya çıkan bir kahramanla başlar her şey. Totaliter devlet anlayışının baskısıyla birlikte özgürlük ve adaletin yok sayıldığı ülkede diktatörlüğü yıkmak Vendetta’nın tek hedefidir. Anarşi ve başkaldırıyı kendi felsefesiyle bütünleştirerek uyuyan halkı uyandırma görevini üstlenen maskeli kahramanımız, yozlaşmış düzeni onların silahı olan şiddetten ziyade, kurşun geçirmez fikirlerle yıkmak ister.

Fahrenheit 451, 1966

Ray Bradbury’nin zihninden çıkıp distopya edebiyatının en önemli örneklerinden birine dönüşen Fahrenheit 451, İtalyan yönetmen François Truffaut tarafından aynı isimle sinemaya uyarlanmıştır. Öyle bir dünya düzeni düşünün ki bu düzende, bireyi düşünmeye ve sorgulamaya yönlendirdiği için kitap okumak yasaklanmıştır. Kitaplar yoluyla bilinçlenme devlet tarafından büyük bir suç olarak görülmektedir. Görevi yangın söndürmek olan itfaiye teşkilatı, kitapları bulup yakmakla görevlendirilmiştir. Okumak, bilinçlenmek ve sorgulamak faşizan devlet anlayışı için ne kadar tehlikeliyse, özgürlük arzusuyla, kitaplar yardımıyla direnmek de insan ruhu için bir o kadar önem teşkil eder filmde. “Söz uçar, yazı kalır” ifadesinin aksine, yazının uçup gittiği durumlarda sözün ve hafızanın kalıcı olduğunu çarpıcı bir dille ele alır film.

White God, 2014

White God (Beyaz Tanrı) filminde başkaldırı eylemine bir köpeğin gözünden şahit oluruz. İlk bakışta melez bir köpek olan Hagen ve sahibi Lili’nin hikâyesi gibi görünse de arka planda sınıf mücadelesi, ırkçılık, iktidar, baskı, itaat etmek ve özgürlük gibi konuların ele alındığını görürüz. Macaristan hükümetinin melez köpeklerin yok edilmesi yasasını çıkarması üzerine gelişen olaylarda, insan denen canavarın kuşattığı acımasız hayatın içine girmek zorunda kalan Hagen, yaşadıklarından sonra büründüğü farklı karakter ve ruh hâli kuşkusuz sosyal bir evrimi ifade ediyor. Ezilmek, başkaldırmak, sonrasında ezen taraf olmak ve nihayetinde kayıtsız kalmak gibi evrelerin sadece insana özgü bir süreç olmadığını görürüz. Filmde “intikam” teması açıkça gözler önüne serilmesine rağmen film için eğitilen 274 melez köpeğin bulunduğu hiçbir sahnenin montaj olmaması, dahası, filmde köpeklere karşı en ufak bir şiddet uygulanmamış olması filmi daha değerli kılıyor. Pek çok yerde kullanılan metaforlar, politik göndermeler ve insan-köpek kıyası sanatsal yönden filmin bakış açısını genişletiyor.

Hunger, 2008

Özgürlük için direnen toplumlar ne olursa olsun amacına ulaşır. Dört yüz sene boyunca İngiltere’ye direnen İrlanda bunun bir örneğidir. Steve McQueen’in yönettiği Hunger (Açlık) filmi IRA militanı Bobby Sands ve direnişçi arkadaşlarının İrlanda’nın özgürlüğü için ne kadar ileriye gidebileceklerinin gerçek öyküsünü ele alır. İngiliz birliklerinin kontrolündeki hapishanede gardiyanların mahkûmlara karşı uyguladığı orantısız güç ve insanlık dışı muamele tüm çıplaklığıyla filme aktarılır. Mahkûm olan bir insanın elinden özgürlüğü yani her şeyi alınırsa, ona kendi vücudu dışında hiçbir şey bırakılmazsa o da direnişini kendi vücudunu silah olarak kullanarak gösterecektir. İşkencenin, soğuğun ve ölümün kol gezdiği hapishanede Bobby Sands ve arkadaşlarının başlattıkları açlık grevi İngiltere’ye karşı indirilmiş çelik bir yumruğa dönüşerek İrlanda’nın özgürlüğüne kavuşmasında önemli bir rol olacaktır.

Braveheart, 1995

İngiliz emperyalizmiyle mücadele eden bir başka ülke de İskoçya’dır. 13. Yüzyılda William Wallace isimli İskoç bir şövalyenin kraliyet ailesine karşı intikam alma mücadelesine Braveheart (Cesur Yürek) filmiyle şahit oluruz. Ülkesinin özgürlüğü adına koskoca imparatorluğa kafa tutmak için örgüt liderliği yapan korkusuz Wallace, ülkesi İskoçya için kanının son damlasına kadar savaşmaya, dahası ölmeye razı olmuş çılgın bir yerel kahramandır. Kısa zamanda mizacıyla, eğlenceli ve renkli kişiliğiyle ülkesi adına büyük bir lider olup umut kaynağı haline gelir. Direnmek, savaşmak ve özgürlüğü arzulamak, Wallace için ya görkemli bir zafere ya da hayatını sonlandıracak bir felakete dönüşecektir. Hayat karşısında ölümün neleri götürebileceğini ölçüp biçmiş bir savaşçının gözünden baktığımızda; özgürlüğün olmadığı bir hayatın aslında hiçbir anlam ifade etmediğini anlarız. Kanının son damlasına ve son nefesine kadar savaşmak isteyen William Wallace, özgürlüğün en güzel tanımını hayatıyla, mücadelesiyle belki de son nefesiyle ifade edecektir.

Gerçek hayatta da, sanatta da, düşünme eyleminde de direnmeyen, başkaldırmayan, gerektiğinde savaşmayan toplumlar özgürlüğün resmini çizemez ve tanımını yapamaz.

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz