Son dönemde başarılı projeleriyle dikkatleri üzerine çeken Berkun Oya, bu sefer “Cici” (2022, Netflix) isimli uzun metrajı ile sinema severlerin ilgisine mazhar oldu. Nur Sürer, Yılmaz Erdoğan, Okan Yalabık, Ayça Bingöl, Fatih Artman, Olgun Şimşek, Funda Eryiğit, İncinur Daşdemir ve Şevval Balkan gibi oyunculardan oluşan kadrosuyla da beklentiyi yükselten film, bizi nostalji ve kişisel tarih arasındaki bir gerilimde yaklaşık 2 saat 30 dakikalık bir yolculuğa çıkarıyor. Yazı, kuşkusuz filmle alakalı birtakım sürprizleri bozacak. Sonra uyarmadı demeyelim!
Yönetmen Berkun Oya, bir önceki projesi olan Bir Başkadır’da da (2020, Netflix), nostaljiyi anlatının bir nesnesi hâline getirmişti. Ferdi Özbeğen parçaları ve onlara eşlik eden görüntüler ile var olan nostalji, imgelerin anlatısını güçlendirmek için ustaca kullanılmıştı. Cici’de de Berkun Oya nostaljiyi araçsallaştırıyor ancak bu sefer bununla yetinmeyip bu duyguyu filmin temel çelişkilerinden biri hâline getiriyor.
Siyah-beyaz bir TRT ekranını karşımızda buluyoruz. Nostaljiyi üretecek nesneler ilk dakikalardan itibaren her yere yerleştirilmiş durumdalar. Film, bu TRT ekranı eşliğinde, 80’lerde bir ailenin Anadolu kırsalındaki evinde bizi karşılıyor. O evden içeri giriyor ve kişisel bir tarih anlatısı ile hakikat arasındaki boşlukları izlemeye başlıyoruz.
Almanya’da misafir işçi olarak çalıştıktan sonra Anadolu’ya dönmüş Bekir, “despot” baba figürünün fabrika çıkışı bir örneği. Empati kurma yeteneğinden yoksun ve hatta eşine şiddet uygulamayışını kendi “insaniyetine” bağlayarak bir lütuf olarak gören, etrafı son derece yüksek duvarlarla çevrili sıradan bir adam.
Eşi Havva, içinde bir “ukde” olarak kalan hemşirelik mesleğine hayranlığını saklayamayan, bu gerçekleşmemiş arzusunu da kızına (Saliha) yansıtarak, en azından onun tahsil görmesini isteyen bir anne. Çocukları için, kendisinin içinde yaşamak zorunda olduğu hikâyenin dışında bir yer tahayyül ediyor ve onun bu tahayyülü ile Bekir’in durağanlığı, köklerini saldığı toprağa bağlılığı sürekli çatışıyor.
Kökler ve toprak… Kalmak ile gitmek… Bekir, bir ağaç fidanını bahçelerinin ortasına getirip dikiyor. Çevresindeki her şeyin burayı terk etmek istediğinin belki de farkındaydı, fidanın kökleri toprağı sıkıca tutarsa belki bu kırsal yaşantının içinde kalabilirlerdi. Havva’ya, gitmek ile kalmak arasında, çocukların okuması ile okumaması hakkında giriştikleri bir tartışmada söylediği gibi: Tarlaya, onlara kim bakacaktı? Buralara ne olacaktı?
O ağacın gölgesinde, bu sefer 30 yıl sonra büyük oğlu Kadir çıkıyor karşımıza; ağacın köklerinden biri. Ancak hiçbir kök huzurlu değil, topraklarından kopup gitmişler. Kadir, ailelerinin kolektif tarihiyle sağlam kavgalı. Yönetmen olmuş. Zaten babasının Almanya’dan getirdiği kameralar en tutkuyla oynadığı -ya da babasından gizli gizli oynamaya çalıştığı- oyuncağıydı onun. Bu kamerayı da kullanarak kişisel tarihini, onun da üstünde ailelerinin tarihini baştan yazmak istiyor. Kendi anlatımını gerçeğe dikte ediyor. Kar mı yağıyordu o gün? Yağmıyordu. Seyirci olarak gerçeği daha önce izledik ancak Kadir kendi anlatım kurgusunu gerçeğin yerine ikame etme arzusunda. Bu arzu, ailenin göreceli “huzurunun” üzerine inşa edilmiş olduğu sırrı açığa çıkaracak bir deprem yaratıyor. Kadir’in kurcaladığı geçmiş, tepki veriyor. Adeta tarih, değiştirilmemek için kendisini savunuyor ve finalde öğreneceğimiz o sırrı kusuyor.
Bu sırrı yazımızda da ifşa etmeden evvel. Biraz daha öncesine gidelim. Kadir’in varoluşunu şekillendiren travmasına. Film zaten her bir karakter için travmalar karnavalı. Herkes kendi travmasını sergiliyor ve böylece bir piyes seyrediyoruz.
Köyden, Baba Bekir’in bir ahbabı yanında sessiz, sakin bir çocukla çıka geliyor; annesi doğumda ölmüş, babasını da ani bir kalp kriziyle çok yakın bir vakitte kaybetmiş. Hepten öksüz bu oğlanın adı Cemil. Bekir, kendisi de öksüzlüğü yaşamış, şu an sahip olduğu duvarların sebebi olan bu hikâyeyi tanıyor. Belki de Bekir, işte bu yüzden bir tek Cemil karşısında bir empatiye sahip oluyor, onu sahipleniyor. Bu, kendi evlatlarından esirgediği sahipleniş hâli, Kadir’in kıskançlığını had safhaya çıkarıyor.
Havva, tamamen dışarıdan gelen, bütünüyle yabancı Cemil ile ismini koyamadıkları bir ilişki, sevda yaşamaya başlıyor. Annesi, onu okutma isteğini dile getirdikçe, kendince Cemil’i bırakmamak adına bu isteğe direniyor. Cemil ile gece kaçamakları yapıyorlar; her şey gizli saklı. Birbirlerine sürekli kaçamak bakıyorlar.
Bir de Yusuf var; namıdiğer arabacı. Arabacılık okumak istiyorum diyor, başka bir şey demiyor. En ufak oğlan. Etrafında tohumları atılan travmalardan habersiz, sessiz sedasız kendi duygu dünyasını yaşıyor.
Sonra bir gün, bahçede olağan günlük işlerle koşturdukları sırada sırrın açığa çıkmasıyla gerçekleşecek depreme sebep olacak olaylar zinciri başlıyor. Burada üç boyutlu bir durum da var. Bu olay hem sırrın sebebi hem de gelecekte Kadir’in geçmişi tekrar yazmak istemesine sebep olacak, böylece sırrı açığa çıkaracak temel sebep.
Bahçede herkes bir işle uğraşıyor; Cemil, Kadir, Baba ve Saliha. Kadir, iyiden iyiye Cemil’e bilenmiş. O sırada da Saliha ile bakıştıklarını fark ediyor. Elindeki hortumla Cemil’i ıslatıyor. Babasının buna tepkisi Kadir’i hortumla ıslatmak ve tüm bunları kamera ile çekmek oluyor. Havva, araya girip engellemeye çalışsa da bu aşağılamayı durduramıyor.
Havva, bu olayın ardından dolaylı yoldan kocasının ölümüne sebep olacak sahneyi yaratıyor. Önce ıhlamurunun içine uyku ilacı atıyor, ardından Bekir’in uyuya kaldığı kanepenin karşısındaki camı açıyor. Ayaz doluyor odanın içine sabaha kadar. Bekir yatağa düşüyor. Birkaç hafta bedeni dirense de hayatını kaybediyor. Bu sır, o günden Kadir’in geçmişi kurcalamaya başlamasına kadar gömüldüğü yerden çıkmıyor.
Sonrası eve dönüş. Aile, Kadir’in çocukluğunu kendi kurgusu ile anlatıp, kendince bir yüzleşme gerçekleştireceği filmini çekmesi için bir araya geliyor. Eve dönüş, tarihlerine bir dönüş oluyor. Geçmiş, kolay kolay değiştirilemeyeceğini gösteriyor.
Kadir’in kişisel bir tarih yazma projesi, cümlesi için fevkalade bir trajedi ile sonlanıyor. Annelerinin işlediği suç ile yüzleşiyorlar. Tarihi sonradan yazmaya kalkışmanın bedeli hepsinin ruhuna siniyor. Geriye ise yarım bırakılmış, hiçbir zaman tamamlanamayacak bir film, hiçbir zaman “olamamış” karakterler ve hiçbir zaman aile olamamış bir aile kalıyor. Her şey böyle yarım sona eriyor.