VİCDANIN GÖZÜ: KEN LOACH

Kamerasını ve ışığını politik yola doğrultmayı tercih eden, ideolojik görüşüyle öne çıkmış yönetmenler arasında akla ilk gelen isimlerden biri kuşkusuz Ken Loach’tur. Yönetmenin ele aldığı konuları ve hikâyeleri yerellikten sıyırarak evrensel bir boyuta taşıması onu ulusal sınırların dışına taşır. 1936 yılında İngiltere’de doğmuş olsa da asla kendi ülkesinin propagandasını yapmayışıyla da öne çıkar. İngiltere’nin faşizanlığını ve emperyalist politikasını çekinmeden filmlerine aktarması sebebiyle, ülkesi tarafından çoğu zaman eleştirilse de Ken Loach, doğru bildiği yoldan şaşmaz ve sosyalist duruşundan asla ödün vermez. Bu yüzden ülkesinin en muhalif yönetmeni olan Ken Loach’un gerçek vatanı; ezilenlerin, direnenlerin, emekçilerin ve görmezden gelinenlerin yanı olacaktır.

Siyasal, tarihsel ve toplumsal olayları eleştirel bir biçimde ele alarak, tekrar düşünülmesini ve hatırlanmasını sağlayan yönetmenin sinema anlayışı her coğrafyadan izleyiciye hitap edebilmektedir.

İngiltere’de toplum, aile ve okul hayatı arasında sıkışıp kalmış, arkadaşları tarafından dışlanmış bir çocuğun büyüme sancılarını ve kendi özgüvenini bulma mücadelesini Kerkenez (Kes – 1969) filmiyle ele alarak aile kavramını ve eğitim anlayışını sorgulatır. İngiltere’nin sömürgeci ve bölücü zihniyetini yakın coğrafyası olan İrlanda üzerinde uygulayışını Özgürlük Rüzgârı (The Wind That Shakes the Barley – 2006) filmiyle ele alır. 1920’li yılların İrlanda’sında iki kardeşin iç savaş sebebiyle birbirlerine nasıl düşman olduklarını anlatırken, komşusunun acısını kendi acısı gibi sahiplenerek hissetme hassasiyetini izleyicilere başarılı bir biçimde aktarır. Ülke ve Özgürlük (Land and Freedom – 1995) filmiyle, İspanya İç Savaşı’nda Franco’nun zulmüne karşı direnmek için örgütlenen komünist ve anarşistlerin mücadelesini anlatırken, her ideolojik görüşün kendi içinde nasıl da ayrıştığını, eksik ve zayıf yanlarını da ele alır.

Oxford Hukuk Fakültesi mezunu Ken Loach devrimci ruhunu sadece icra ettiği sanatla ortaya koymaz. Irak İşgaline, İsrail’in Filistin üzerindeki politikasına ve İngiltere’deki göçmen işçilerin sorunlarına karşı da sesini yükseltir. 2009 yılında Melbourne Film Festivali’nde yarışacak filmlerden biri de yönetmenin Looking for Eric filmidir. Festivalin sponsorunun İsrail olduğunu öğrenen yönetmen, İsrail’in Ortadoğu’daki politikasını gerekçe göstererek, “Şiddet üreten devletin gölgesinde sanat yapılmaz. Sanat, savaşa ve yok etmeye değil, barışa ve insanlığa hizmet eder.” İfadesiyle tepkisini gösterir ve filmini festivalden çeker.

Benzer bir durum bu kez 2012 yılında Torino Film Festivali’nde yaşanır. Festival Ken Loach’a “Yaşam Boyu Onur Ödülü” verir ama yönetmen ödülü reddeder. Çünkü festivali düzenleyen şirketin, zor şartlar altında ve düşük ücret karşılığında çalıştırdığı işçilerin içinde bulundukları koşullara karşı direnmesi sebebiyle işten çıkarıldığını öğrenen Ken Loach bu duruma kayıtsız kalmayarak tepkisini belli eder.

Toplum için olmadığı sürece sanatın hiçbir işe yaramadığını düşünen yönetmen, filmlerinde işçi sınıfının çektiği sıkıntıları, göçmenlerin karşılaştıkları zorlukları, savaşın yıkımını, sıradan insanlar üzerinden kendine özgü tarzıyla anlatır. Karakterlerinin içinde bulundukları durum ne kadar zor olursa olsun, Ken Loach’un filmlerinde mizah asla görmezden gelinmez. Sistemin zorbalığına ve hayatın acımasızlığına karşı boyun eğmeyerek direniş gösteren karakterler için “umut” can simidi gibi hazırda bekler. Amatör ruhun ortaya koyduğu doğallığı canlı tutmak istercesine, filmlerinde abartıya ve duygu sömürüsüne yer vermez. Duyguları harekete geçirebilmek için müziğe bile başvurmaz. Vermek istediği mesaj bile yoktur hatta filmlerinde. Çünkü Ken Loach’un yapmak istediği şey izleyiciyi duygulandırmak değil, gerçeğin ta kendisini tüm açıklığıyla, en yalın şekilde anlatıp izleyicinin gözlerinin önüne sermektir.

Uluslararası festivallerden 100’ün üzerinde ödül toplayan yönetmen Özgürlük Rüzgârı ve Ben, Daniel Blake filmleriyle iki kez Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye alır ve üç kez de Büyük Jüri Ödülü’ne layık görülür. Aldığı ödüller dışında Ken Loach sinemasında öne çıkan bir diğer nokta da “Üç Bacaklı Köpek” figürüdür. İlk olarak My name is Joe (1998) filminde tesadüfen kadraja giren üç bacaklı sokak köpeği sonradan fark edilir. İlginçtir ki yönetmenin sonraki yapımı Bread and Roses (2000) filmine üç bacaklı başka bir köpek yine tesadüfen dâhil olacaktır. Bu garip tesadüf yönetmenin hoşuna gider ve bu durumu bir uğur olarak kabul edip sonraki filmlerinde bu detayı kullanarak gelenek hâline getirir. Minik bir sahnede hoş bir dekor gibi olsa da artık Ken Loach’un üç bacaklı köpekleri vardır. Ayrıca bu güzel detay 2011 yılından itibaren Cannes film Festivali’nde “Palm Dog Awards” isimli bir ödül kategorisinin ortaya çıkmasına da sebep olur.

Özgürlük, insanlık onuru, emek, vicdan, empati, direniş gibi kavramlar; kapitalizme, emperyalizme ve faşizme karşı sol yumruğunu kaldırmaktan hiçbir zaman çekinmeyen, politik sinemanın yaşayan en cesur, en devrimci yönetmeni Ken Loach’un kamerasından, her zaman gerçek anlamlarıyla yansır beyazperdeye.

Mazlumların yanında saf tutmaktan asla vazgeçmeyen usta yönetmen, ilerleyen yaşına rağmen, zamanın gerçeklerinden kopmadan güncelliği yakalamayı başarıyor. Abartısız anlatımıyla bir ekol hâline gelmiş Ken Loach sineması, “asıl mesele”ye işaret ederek bugünün sözünü duymak isteyenlere seslenmeyi sürdürüyor.

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz