Batı Almanya-Peru ortak yapımı olan 1982 tarihli Fitzcarraldo filmi, Perulu bir anne ve İrlandalı bir babanın çocuğu olan Carlos Fermin Fitzcarrald’ın hayatının çılgın bir bölümünü anlatır. Klaus Kinski’nin canlandırdığı Fitzcarraldo karakteri, yaptığı yatırımlar boşa çıkınca maddi açıdan büyük sıkıntılar yaşayan bir iş adamıdır. Tüm başarısız sonuçlara rağmen farklı işler peşinde koşan Fitzcarraldo’nun en büyük hayali, Amazon Ormanları’nın göbeğine bir opera salonu inşa etmektir. Aslında bu proje “imkânsız” ifadesinin tam karşılığıdır. Çünkü bu yağmur ormanlarına böyle bir yapı inşa etmek insanoğlunun sınırlarının çok ötesinde bir çaba gerektirir. Amazon Ormanları’nın göbeğine düşlediği gibi opera salonu inşa edemese de farklı bir yöntem dener. Opera sanatçılarını buharlı gemiye toplayarak dev bir orkestra kurar. Kalbini fethedemediği Amazon Ormanları’nın damarlarında gezinir. Kurduğu seyyar orkestrayı taşıyan gemiyle nehir boyu ilerleyerek büyülü operasını Perulu halka dinletir.
Carlos Fermin Fitzcarrald’ın bu dev hayalini hikâyeye bağlı kalarak sinemaya uyarlayan kişi, Fitzcarrald’dan daha çılgın ve tescilli psikopat olan Alman yönetmen Werner Herzog’tan başkası değildir. Amazon’un kalbine seslenecek bu imkânsız arzuyu gerçekleştirmeye kalkışmak için aklıyla arası pek de iyi olmayan biri gerekmektedir zira. Zamanında inşa edilemeyen o opera salonu er ya da geç Perulularla buluşmalıdır.
Film; zorluklarıyla, facialarıyla ve çekim hikâyeleriyle sinema tarihinde eşine az rastlanır bir örnek teşkil etmektedir. Ben Hur ve Apocalypse Now filmleri gibi “çekim aşamasında işkenceye dönüşen filmler” arasında Fitzcarraldo, kendine rahatlıkla zirvede yer bulacaktır. Ayrıca filmin, o dönem birbiriyle savaş halinde olan Peru ve Brezilya’nın sınır bölgesi olan Amazon’da çekilecek olması daha en başında işlerin ne kadar zorlu geçeceğinin habercisi niteliğindedir.
Başrol oyuncusu olarak ilk teklif Jack Nicholson’a yapılır fakat filmin fazlasıyla zahmetli olacağını ve Werner Herzog ile çalışmanın hiç de katlanılır olmadığını düşünen Nicholson, teklifi reddeder. Sonrasında teklif Jason Robards’a gider. Robards teklifi kabul eder, çekimler başlar ve 4 ay sonra dizanteriye yakalandığı için doktorların da uyarısıyla filmi bırakmak zorunda kalır. Robards’ın yerine Mick Jagger getirilir. Ama Mick Jagger da kısa sürede Werner Herzog’un deliliğine, doğal yaşamın acımasızlığına, sivrisineklere ve bitmek bilmeyen yağmurlara daha fazla katlanamayarak setten kaçıp gider. Herzog sonunda Klaus Kinski’yi ikna eder ve filmi baştan tekrar çekmeye başlar.
Zaman zaman sinir krizi geçirip seti birbirine katan, figüranları döven ve yerlilerle sorunlar yaşayan arıza yönetmen Herzog’un varlığına bir de gereğinden fazla agresif tavırlarıyla sorun çıkarmaktan zevk alan, geçimsiz bir insan tipi olan Kinski’nin yarattığı sıkıntılar eklenir. Bölgede gerçekleşen uçak kazaları, savaşın etkisi, yerlilerin saldırıları ve senaryo gereği doğa mücadeleleri sebebiyle sekteye uğrayan çekimler yaklaşık dört sene sürer. Uzayan çekimler ve bitmek bilmeyen sorunlar yüzünden başrol oyuncusu Kinski ve Herzog defalarca gırtlak gırtlağa gelir. Hatta bir defasında daha fazla dayanamayarak filmi terk etmeye karar verir Kinski. Pılını pırtısını toplamış yola düşecekken Herzog karşısına dikilir, belindeki silahı çıkarır ve gözü dönüş bir şekilde namluyu Kinski’nin alnına dayar. “Bu film bitecek. Ne kadar sürerse sürsün bu filmi bitireceğim. Ve eğer gitmeye çalışırsan önce seni, sonra da kendimi öldürürüm. Eğer bu projeyi yarım bırakırsam hayalleri olmayan bir adam olacağım ve o şekilde yaşamak istemem. Ya hayatımı bu projeyi tamamlamak için yaşarım ya da hayatımı bu proje ile birlikte sonlandırırım.” der. Herzog’un gözlerindeki öfkeyle karışık kararlılığı gören Kinski, bavulunu olduğu yere bırakır ve işinin başına döner.
Zorluk çıkarma konusunda yönetmen Herzog’u geride bırakan Kinski, gün geçtikçe Amazon Ormanları’ndaki yerli halkın bile nefretini kazanmayı başarır. Söylentilere göre bazı yerliler Herzog’a giderek, “İstersen bu herifi senin için öldürebiliriz; hem de bu gece.” diye teklifte bulunurlar. Aslında yerlilerin Kinski’ye karşı duyduğu nefretten daha fazlasını beyninde ve ruhunda taşır Herzog. Birbirlerinden öldüresiye nefret eden bu ikilinin birlikte beş projede yer almış olması da sevgiyle nefretin iç içe geçtiği, açıklanamayan, karmaşık bir ilişkisi yapısına örnektir. Hatta Herzog ve Kinski ikilisinin inişli çıkışlı dostlukları 1999 yılında (Mein Liebster Feind) “En İyi Düşmanım” isimli bir belgesele konu olur.
Film için iki buharlı gemi inşa edilir. Ve her biri 320 ton ağırlığında olan gemileri yerli halkın yardımıyla ilkel yöntemlerle karadan yürütme sahnesi için binlerce ağaç kesilir. Bu zahmetli sahnelerin çekimleri tamamıyla gerçektir ve en ufak bir montaj ya da hile içermez. Çekim boyunca çok sayıda kaza ve yaralanma meydana gelir. Hatta çekimler sırasında, sette Perulu bir baltacı zehirli bir yılan tarafından ısırılır ve zehrin yayılmaması için testere ile kendi ayağını keser. 14 milyon Mark gibi, dönemi için çok ciddi bir bütçeye sahip olan film; Werner Herzog’a Cannes Film Festivali, San Sebastian Film Festivali ve Alman Sanat Sineması Birliği tarafından ödüller kazandırır. Fazla gişe yapmasa da 2 saat 38 dakika süren, yalnızca 16 kişilik bir çekim ekibinden oluşan filmin zahmetli ve çalkantılı çekim öyküsü, “Burden of Dreams” (Rüyaların Yükü) adlı bir belgesele konu olur ve bu belgesel 1983’te BAFTA ödülü kazanır. Herzog, filmin gişe ya da ödül için değil, sinema sanatı için yapılmış olduğunu savunur ve “Ben ödüller kazanmanın peşinde değilim, o iş tazılar ve yarış atları içindir.” ifadesini kullanır.
Herzog, bu pes etmeme arzusunu; bir kayayı bıkmadan, yılmadan bir dağın zirvesine çıkarmaya çalışan Yunan Mitolojisindeki “Sisyphos” adındaki efsanevi kahramanın hikâyesinden aldığını belirtir. İmkânsız bir hikâyeyi konu alan, Fitzcarrald’ın ve Herzog’un azmini ve deliliğini izleyenlere yansıtan film; hayalin, sanatın ve iradenin sınırlarının olmadığının kanıtıdır. İnsanoğlunun düşlediği her şeyi eyleme geçirebileceğinin beyazperdedeki yansımasıdır. Samuel Beckett’ın “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Yine dene, yine yenil…” ifadesinin en güzel örneklerinden biridir. Werner Herzog’un, deli olduğu kadar da büyük bir yönetmen olduğunun ispatıdır bu film. Sonlandırdığında “Artık film yapmayacağım, bir akıl hastanesine yatacağım.” dediği bir başyapıttır Fitzcarraldo.