TEPENİN ARDI: ALEGORİK BİR GÜNAH KEÇİSİ HİKÂYESİ

Aynı zamanda tarihçi ve film eleştirmeni olan Emin Alper’in 2012 yılında çektiği ilk uzun metraj sinema filmi Tepenin Ardı‘nın başrollerinde Tamer Levent, Reha Özcan, Mehmet Özgür ve Berk Hakman yer alıyor. Çekimleri Karaman ilinin Ermenek ilçesinde gerçekleştirilen film, başta Berlinale olmak üzere birçok ulusal ve uluslararası festivalden ödüllere sahip.

Emin Alper, filminin temeline erkeklik mefhumunu yerleştirirken, bunu izleyicisine neredeyse iki günlük zaman dilimi içerisinde aktarmayı başarıyor. Filmin konusundan kısaca bahsedecek olursak: Faik emekli olduktan sonra köyüne yerleşmiştir. Köyde onun yanında kalan iki çocuklu yörük bir ailenin yardımıyla işlerini halletmektedir. Oğlu ve torunları ise onu ziyarete gelmişlerdir.

Alper, kim olduğunu bilmediğimiz bir kişi tarafından, yeni dikilmiş ağaçların bir sopayla tahrip edilmesiyle başlatır filmini. Bu sahnede ağaçlara ve ağaçların sahibine karşı bir ihlal vardır. Hemen ardından tavukların sesi ve Faik’in uyanmasıyla kümese sansar gelmiş olabileceği ihtimali çıkar karşımıza; bu sahne de yine ihlal etme teşebbüsü barındırmaktadır. Faik’i ilk olarak bu ihlali ortadan kaldırmak için elinde silahı ve dik duruşuyla bir tepeye karşı görürüz. Silah; filmin hemen her sahnesinde var olan, sesi duyulan, ortada olmasa bile yok oluşuyla kendinden bahsedilen bir karakter gibidir.

Yaşadığımız toplumun yarattığı erkeklik, filmde “sürekli savunma halinde olan erkek” olarak gösterir kendini. Faik, köye toprağını ve dolayısıyla namını korumak için gelmiştir. Onun işlerini yapan, yapmak zorunda olan Mehmet ise Faik’in karısına olan ilgisini bilmektedir ve karısını –namusunu- korumak için sürekli kendinin ve karısının arkasını kollamak zorundadır. Bu yüzdendir ki Mehmet’i hep bir şekilde arkasına bakarken görürüz. Zafer askere gitmiş ama psikolojik olarak bunu kaldıramayıp askerken döndüğünde sanrılar görmeye başlayan büyük torun olarak çıkar karşımıza; onun da kollaması gereken bir vatanı, silah arkadaşları vardır. Küçük torun Caner, ne kadar korkak biri olsa da bunu açık etmemeye çalışmakta ve dedesinden gördüğü erkekliği örnek alarak, sürekli eline aldığı silah ile kendini kanıtlamaya çalışmaktadır. Mehmet’in oğlu Sülü (Süleyman) ise iktidarın temsili olan Faik’in yörüklere karşı düşmanca bakışındaki marazı görmektedir. Yörük bir ailenin çocuğu olarak bu iktidarı reddetmekte, bununla birlikte kendini ve annesini korumaya çalışmaktadır.

Bulunulan ortamın en büyüğü ve ekonomik anlamda en güçlüsü Faik’tir; herkes onun sözünü dinler ve onun emirleri altındadır. Filmin içerisinde Faik’in cümleleri adeta bir komutanı hatırlatır bize: “Tut şu silahı, Silahı getir, Yürüyün, Beni takip edin, Dikkat edin!” Etrafa emirler yağdırıp iktidarını güçlendirir ve böylece düşmanını yeneceğini düşünür. Bu komutana göre düşman, tepenin ardındaki yörüklerdir; hayvanları onun arazisine giriyor ve zarar veriyordur.  Filmin sonuna geldiğimizde emin oluruz ki komutanın savunma duygusu zamanla bir paranoyaya dönüşmüştür ve ardından diğerlerini de sürüklemektedir. Oysa herkes asıl düşmanın orada olmadığını biliyordur.

Sürekli tekinsizliğin hâkim olduğu filmin içerisinde tek bir ev vardır. Açık bir arazi dışında bize gösterilen tek mekân burasıdır ve “evin erkeği” her ne kadar Mehmet olsa da bizler izleyici olarak biliriz ki bu evin hâkimi de aslında Faik’tir. Bu iktidara karşı çıkan kişi de evin içine girmemiş tek kişi olan Sülü’dür, bu iktidara herkesten daha kuvvetli bir nefret besliyordur. Öyle ki hem annesinin hem de arkadaşı Paşa’nın intikamını en zayıf halka olan Nusret’i bacağından vurarak alır. Filmin son karesi olan tepenin ardına yürüme sahnesine de bakıldığında iktidarın arkasında ilk sırada yer alır. İkinci sırada ise erkekliğinin giriş döneminde olduğunu bildiğimiz Caner vardır. Caner, Sülü’nün arkadaşı Paşa’yı öldürmüştür. Paşa’yı öldürebilmesinin sebebi belki de dedesinin gözünde Sülü’nün ondan daha “erkek” olduğunu biliyor olmasıdır. Zafer’in yasını bile tutmadan tepenin ardının yolu tutulmuştur. İktidarın yarattığı bu hırs öyle güçlüdür ki jandarmaya bile haber verilmeden çıkılmıştır yola. En sonda zaten bacağından vurulmuş “fasulyeden” oğul Nusret vardır. Bu sahnede bize bir marş eşlik eder. Askerler, komutanları başta nihayet savaş alanına gidiyorlardır. Bir sebeple iktidarın yanında ve yakınında olan iki kişinin ortak noktası yaşça henüz çocuk olmalarıdır.

Yörüklerin malı olan ve onlara güç gösterisi yapmak için kesilip eti yenmiş olan keçi tam anlamıyla bir “günah keçisi” olarak çıkar karşımıza. Faik sırf hırsı uğruna keser keçiyi ve bunun ardından Paşa ölür, Nusret Melek’e tecavüz eder, koyunlar ölür, kavaklar tekrar sopayla kırılır ve Zafer bu keçinin postunun altında can verir. İktidarın bu güçlü paranoyası artık sadece bir keçinin boynundan akan kanda değildir.  

Zaferin ölümü sırasında herkes farklı yerlerdedir. Dolayısıyla izleyici olarak bir türlü kestiremeyiz bu katilin kim olduğunu; şüphelendiğimiz biri vardır ama buna cesaret edemeyeceğini düşünürüz. Buraya kadar olan tüm üstü kapalı kötülüklerin sebebini ya görmüşüzdür ya da kuvvetli bir gösterge ile tahmin etmişizdir. Ancak burası izleyicinin yalnız kaldığı yerdir.  Alper, bu sahne ile izleyicisini de nihayet paranoyaya sokmayı başarmıştır.

Alper’in ilk uzun metraj filmi olmasına rağmen, güçlü metaforlar ile anlattığı “erkeklik” mefhumu; gözleri karartacak, ortada olmayan bir şeye körü körüne inandıracak cinstendir. Ötekilik kavramını, taşra hayatını, iktidarı ve daha birçok alt metni de içinde barından bu çalışma aldığı ödüller ile başarısını kanıtlamıştır nitekim.

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz