Gerçekte ne olduğunu bilmiyoruz. Ne oldu da birbirinden bu kadar ayrı düştüler? Ne zamandır derinleşiyor aralarındaki uçurum? Bildiğimiz tek bir şey var. İkisi de çok uzun zamandır birbirinden pek hoşlanmıyor. Ülkemizde sanat, halk tarafından bir lüks olarak algılanıyor. Sanatın, varlıklı insanların uğraşı olması gerektiğine dair genel bir kabul var. Halk, sanatçıyı belirli zümreler için eser vermekle suçluyor; sanatçı, halkın zevklerini küçümsüyor. Sanatçının ve halkın beğenisi ortak bir yerde buluşmuyor, bu da çatışmaların giderek artmasına neden oluyor. “Sanat, sanat için midir; sanat, halk için midir?” adlı popüler tartışmaya girmek niyetinde değildir bu yazı. Yazının amacı, 1960’lı yıllarda sinema sanatının, diğer sanat dallarına ve sanatçıya bakışını aktarmaya çalışmaktır.
1960’lı yıllar, sanat ve sanatçı için önemli yıllardır. İhtilalin ardından daha özgür bir ortamda kendini bulan sanatçılar, daha üretken olmuştur. Sinema ve tiyatro altın çağını yaşamıştır. Ülke sanatının, Batı’nın etkisinden sıyrılarak, kendi özünü bulması gerektiği sesleri yükselmeye başlamıştır. Sanatın işlevine dair tartışmalar alevlenmiştir. Sözün özü, her sanatçının imrenerek baktığı, keşke o dönemde yaşasaydım, dediği yıllar. Gelgelelim böylesine bir dönemde bile üretilen filmlerde sanata ve sanatçıya olumlu bir bakış görmek oldukça güçtür. Gecelerin Ötesi (Metin Erksan, 1960), Seviştiğimiz Günler (Halit Refiğ, 1961) ve Karanlıkta Uyananlar (Ertem Göreç, 1965) filmlerinde halk ve sanat arasındaki ilişkinin pek yolunda gitmediğine dair izler görülür. Filmlerde sanatçılar, halkın gerçeklerine uzak kişiler olarak çizilmiştir. Batıya özenen, kendini halktan üstün gören sanatçılar, filmlerde alaya alınmış, eleştirilmiştir.
Öncelikle sanatın veya sanatçıların, filmlerin merkezinde yer almadığını belirtmek gerekir. Yine de az da olsa sanatçıların yaşadığı sorunlara yer verilmiş olması önemlidir. Örneğin, Seviştiğimiz Günler filminde bir ressamın yoksulluk içindeki yaşamını görürüz. Kenan; içkiye düşkün, meteliğe kurşun atan, kirasını ödeyemeyen biridir ve bohem bir hayat sürmektedir. Resimlerini satamaz. Bunun sebebi, ona göre, halkın resim zevkinin yüz yıl geride olmasıdır.

Galeri Sahibi: Ustasın, fırçana hâkimsin. Böyle şeylerle uğraşıp aç kalacağına şöyle tane tane üzümler, yeni kesilmiş karpuz gibi şeyler yapsana.
Kenan: Ben manav değil, ressamım Bedri Bey.
Kenan’ın aşk hayatında da yüzü gülmez. Âşık olduğu kadın, ünlü bir oyuncuya kapılıp gitmiştir. Kenan çareyi Paris’e gitmekte bulur ve resimleri orada hak ettiği ilgiyi görür. Paris’te ün ve başarı kazandıktan sonra ülkesine geri döner. Artık ülkesinde de başarılı ve ünlü biridir. Hâl böyle olunca sevdiği kadına kavuşur.
Dönemin filmlerinde sanat yapma uğraşının, varlıklı insanların harcı olduğu vurgulanır. Filmlerde verilen mesaja göre, halktan birinin sanat yapma girişimi acılarla dolu bir yaşama sebebiyet verebilmektedir. Gecelerin Ötesi filminde Cevat, idealist bir tiyatrocudur. Arkadaşları para kazanmak için figüranlığa gider, operetlerde çalışır; Cevat ise budala tiyatroyla cahil sinemaya alışamamıştır.

Cevat: Budala tiyatroyla cahil sinemaya kolay uyamıyor insan. Peki ama bunlarla biz uğraşmazsak kimler uğraşacak? Kim gerçek sanatı yapacak bu memlekette?
Hakkı: Herhalde biz değil Cevat, bizden kuvvetliler yapacak bu işi.
Kendi tiyatrosunu açmak isteyen Cevat, gerekli paraya ulaşabilmek için arkadaşlarıyla benzin istasyonu soygununa katılır. Elde ettiği parayla, Anadolu turnesine çıkar. Fakat çok geçmeden Suç ve Ceza oyununu sahnelerken tutuklanır.
Karanlıkta Uyananlar filminde de kendi bireysel dünyasına sığınmış bir ressam karşımıza çıkar. Ressam Nevin, halkın gerçeklerine uzak bir yaşam sürmektedir. Film kişileri üç sınıfa ayrılmıştır: işçiler, sermaye sahipleri, sanatçılar. Filmin merkezinde işçiler ve sermaye sahipleri arasındaki mücadele yer almaktadır. Sanatçılar âdeta kaybolmuş bir haldedir. Varlıklıdırlar ve sermaye sahiplerine daha yakın bir konumda yer alırlar. Nevin ve onun sanatçı arkadaşları halktan oldukça kopuktur. Emeklerinin karşılığını alamayan fabrika işçileri greve giderken, Nevin fabrikanın duvarına resim yapmakla meşguldür. Halk, sanatçıları anlaşılmaz bulur. Sanatçı ise anlaşılmadığı için yalnız ve mutsuzdur.

İşçi: Nedir bu yaptığın kızım?
Nevin: Resim.
Nevin, sermaye sahiplerinin tarafında da olamaz, işçilerin arasında da kendine bir yer bulamaz. O sadece sanatçı arkadaşlarının yanında kendini var edebilmektedir. Nevin de yaşadığı çatışmalara bir son vermek için çareyi Paris’e gitmekte bulur.
Görüldüğü üzere, yazının kendisi “Sanat, sanat için midir; halk için midir?” adlı popüler tartışmaya girmekten çekinse de Türk sinemasının önemli yönetmenleri hiç çekinmemiş, korkusuzca bu tartışmadaki tarafını belli etmiştir. Filmlerde “Sanat, sanat içindir.” düşüncesini taşıyan sanatçıların, kendisine de çevresine de pek bir yararı dokunmayan kişiler olarak tasvir edildiği görülmüştür. Varlıklı ve halktan kopuk sanatçılar da eleştirilmiştir. Filmlerde, halkın gündelik yaşamında sanata yer yoktur. Sanat, varlıklı insanların uğraşıdır; en azından dertlerinden kurtulabilmek için Paris’e gidebilecek paraları vardır. Günümüzde de sinema sanatının, sanat ve halk ilişkisini benzer bir bakış açısıyla ele aldığı söylenebilir. Örneğin, Ahlat Ağacı (Nuri Bilge Ceylan, 2018) filminde de taşrada yazar olmaya kalkışan (!) yoksul bir gencin sanat uğraşı, kendisine ve çevresine pek mutluluk getirmez. İşe Yarar Bir Şey (Pelin Esmer, 2017) filminde de halk için sanatın çok da “işe yarar bir şey” olarak görülmediğine dair mesajlar akar. Görüldüğü üzere, ezeli düşmanların arasında bir barış ne yazık ki gerçekleşememiştir. En azından film evreninde durum böyle. Kim bilir belki de bir gün barış müzakerelerinin başladığına dair haberler, gazetelere yansır ve bakarsınız bir gün, halk ve sanat arasında kalıcı bir barış sağlanır.