Taylan Biraderler’in yönettiği ve senaryosunda son dönemin beğenilen Netflix yerli yapımı Bir Başkadır’la karşımıza çıkan Berkun Oya’nın imzası bulunan Azizler filminden beklenti oldukça yüksekti. Yayınlanmasıyla birlikte genellikle olumsuz eleştirilere muhatap olan filme bir başka pencereden bakmak istedim.
Azizler’in, yalnızlığa övgü ve günümüz dünyasıyla, özellikle de sosyal medya ile bir hesaplaşma filmi olduğunu söylemek mümkün. Filmde pek çok karakterin yalnızlıktan kaçmaya çalışmasının aksine, Aziz’in kendini boğan hayattan kurtulma çabası ve yalnızlığı arayışı ana konumuz haline geliyor. Karakterin sıkışmışlığı, tüm absürt unsurlara rağmen Türkiye’deki aile-ev gerçekliğine o kadar yakın ki Aziz’in sıkışmışlığı film boyunca bizim de içimizi daraltıyor. Bir yandan kalabalıklar içindeki yalnızlığımız, bir yandan da birey olmaya izin vermeyen toplumumuzun hikâyesi anlatılıyor.
Aziz, bir reklam ajansında çalışmaktadır ama Türk dizilerinde sıklıkla gördüğümüz reklam ajansları gibi herkesin renkli giyindiği, mesai saatlerinde aşk acılarını birbirlerine anlattıkları ve sürekli parti parti dolaşılan bir reklam ajansı değildir bu. Ajansta Aziz dahil olmak üzere dört karakteri yakından tanıyoruz; Erbil, Alp ve Cevdet’in kavgası Aziz’in aksine yalnızlıkladır. Burada da bir diğer sorunumuzun tokadı çarpıyor yüzümüze, herkes mutsuz ama bundan bahseden kimse yok. Bahsedilenler ise önemsiz şeyler ya da daha kötüsü gerçekdışı. Filmin ilerleyen noktalarında, Aziz’in yeğeninin “denyoluğu” ve sorunlu çiftin fenomen kızı üzerinden altı çizilecek olan bu sorun, sosyal medyada yaratılan sahte dünya sorunu. Alp’in amacı aslında Aziz’le arkadaş olmakken ve yalnızlığında boğuluyorken, Aziz’e ulaşmak için çizdiği parti çocuğu imajı ve Aziz’in evden kaçmak için Alp’e gitmek istediğinde “kız atma” hikâyeleri uydurmasında gördüğümüz şey ise sosyal medyadaki akış sayfamız aslında. Hepimiz markalaşıyoruz ve yönetmek zorunda olduğumuz bir algı kalıyor elimizde. Ve o akışa bakarsak herkes her zaman mutlu, hepimiz sevilen dostlarız. Kimse yalnız değil ya da kimse “canavar yeğeniyle” uğraşmıyor. Önemli şeylerin konuşulmadığı, sahte mutlulukların paylaşıldığı bu anormal gerçeklikle film boyunca bir yüzleşme talebi var.
Aziz’in sıkışmışlık hissinin temelinde ablası, eniştesi ve “canavar yeğeni” ile yaşadığı için evde kendine ait bir alan bulamıyor olması vardır. Burada aileden kopamama durumu, karşımıza çıkar. Söz dinlemeyen, sözünü dinleten, şiddete meyilli, deyim yerindeyse büyümüş de küçülmüş yeğeni Caner ise toplumun özeti olarak “dayım dayım dayım” diyerek karşımızda duruyordur. Caner, bir şeylerin fazlasıyla yanlış gittiğinin habercisidir ama kimse görmek istemez; ta ki işler çığırından çıkana kadar. O zaman öğreniriz ki Caner, denyoluk hastalığından mustariptir. Bu sahte bilgeliğin arkasında popüler kültür yatmaktadır. Yapılacak çok bir şey kalmamıştır, denyoluk o kadar yayılmıştır ki artık sadece yetişkinler değil çocuklar da böyledir. Caner, Sineklerin Tanrısı’ndaki çocuklar gibi, en saf versiyonumuzla değil en karanlık versiyonumuzla bizi yansıtan bir aynadır. Çocuklar özünde tamamen iyi midir bilinmez ama toplum yokuş aşağı giderken büyüyen çocukların öyle olamayacağı kesin gibi. Ayrıca, Caner tiplemesine ilham olan sadece gerçekliğimiz değil, geçtiğimiz aylarda fenomen haline gelen, annesini küçümseyen başka bir sahte bilge de olabilir. Kim olduğunu bilirsiniz siz 🙂
Taylan Biraderler, hepimizi yeğenlerimizden soğutacak bir “hadi benim dayım” tiplemesi ile “alın gerçekliğiniz” demiş. Filmin vermek istediği mesajı aktardığı kesin. Bazı yerlerde bu durum kör göze parmak derecesine gelse de itiraz edemediğimiz bir yüzleşmenin içinde bırakıyor bizi.