İÇİMİZDEN BİRİLERİ: “HAYALETLER”

Azra Deniz Okyay, ilk uzun metraj filmi olan Hayaletler ile Venedik Film Festivali’nden ödül alan ilk kadın yönetmen olarak, adından epey söz ettirdi. Türkiye genelinde elektrik kesintilerinin yaşandığı bir günde (20 Ekim 2020) geçen filmin başrollerinde Nalan Kuruçim, Dilayda Güneş, Beril Kayar ve Emrah Özdemir yer alıyor. Kentsel dönüşüm, feminizm, insan hakları, hayvan hakları, sınıf mücadelesi gibi birçok konuyu içerisinde barındıran film, tüm bu meseleleri yerli izleyicisinin de hâlihazırda deneyimlediği gibi aktarıyor; hızlı, gerçekçi ve dolayısıyla sarsıcı.

Filmin tanıtım yazılarında, fragmanlarında ve ilk sahnesinde her ne kadar bu elektrik kesintisi ön plana çıksa da karakterlerin yaşantısında bu durumun etkisinin yok denilecek kadar az olduğunu görüyoruz. İstanbul’un Sucular Mahallesinde, modern Türkiye’yi inşa edenlerin görmezden geldiği, hatta yok etmeye çalıştığı kişilerin, yani “Hayaletlerin” ortaklaşan yaşamlarında bu kesintinin etkisi, karanlık çöktüğünde gerçekleşen yağmalama eylemleriyle kendini gösteriyor. Hâlbuki failleri her ne kadar bir radyonun arkasındaki seste, sokaktaki üniformalının müdahalesinde, bir helikopterin gürültüsünde ya da kandırılarak satın alınmış birinin eylemlerinde saklansa da asıl yağmanın güpegündüz, herkesin gözü önünde yaşandığı tartışılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Kentsel dönüşümün yaşandığı bu alt sınıf mahallenin karakterlerine bakıldığında akılara gelen soru “Asıl hayaletler kimler?” oluyor. Dans ederek yaşamaya devam etmek isteyen Didem, hapiste olan oğlu için uyuşturucu satmayı göze alan İffet, zengin olmayı rüyalarında görecek kadar çok isteyen Raşit; yaşamla ölüm arasına sıkışmış ama pes etmeyen, modern yaşamın temellerinin üzerlerine kurulduğu bu kişiler varlıklarından şüphe edilemeyecek kadar diri, canlı ve mücadele halindeler. Aynı mahallenin içerisinde birbirine geçmiş bu hikâyelerde söylenmek istenenler, filmin gerçekçi yapısı sebebiyle duvar yazılarında, şarkı sözlerinde ya da kullanılmış sloganlarda kendini tekrar tekrar hatırlatıyor.

Filmin diğer karakteri Ela, hem alt sınıfın hem de orta sınıfın içinde mekik dokuyan mücadeleci bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Yukarıda bahsettiğimiz güpegündüz yapılan yağmanın her zaman karşısında durmaya çalışan Ela, bir yandan Sucular Mahallesinde çocuklar ile ilgilenirken, diğer taraftan kentsel dönüşüm ve feminizm ile ilgili mücadelesini de gündelik hayatının içerisinde tutmaya çalışıyor.

Ela’nın fiziksel koşullarının diğerlerinden iyi olması, bir başka sınıfa da dâhil olabilecek pozisyonda olması, yine ötekilerin içerisinde olsa bile korkusuzca eğlencesine devam edebilmesi filmin izleyici kitlesi göz önünde bulundurulduğunda, içimizden biri olduğunun kanıtı. Bir yandan da tam da bu nedenlerden, ister istemez içimizde yuvalanmış sınıf öfkesini farklı bir açı ile ortaya çıkarmamızı sağlayacak bir yerden ele alındığını söyleyebiliriz. Alt sınıftan olmadığı görülen bu beyaz kadının duruşu ve samimiyeti günümüzde her kesim için sorgulanan/sorgulanabilecek bir yerde duruyor. Öyle ki Didem, mahalleye bir aydır gelemeyen Ela’ya, öfkesini bastırarak olsa da “İstediğin zaman gidebiliyor musun böyle?” sorusunu yöneltiyor. Orada bulunmasının sebebinin Didem tarafından bakıldığında bir mecburiyete değil tercihe dayanması, günümüz Türkiye’sinde Ela’nın temsil ettiği yüzlerce insana ve onun gibilerin samimiyetini sorgulayanlara göz kırpıyor. Bu sorgulama kimi zaman Ela’nın bulunduğu konumda olanlardan, kimi zaman tam karşısında duranlardan, kimi zaman ise ötekiler tarafından yapılabiliyor.

Ela’nın partilerine katıldığı Korospular da, yine günümüz Türkiye’sinde sürekli ve sürekli olarak niyetleri, tavırları ve duruşları her sınıf tarafından (kendi içlerinden olanlar tarafından bile) “sorgulanmaya uygun” kişilerden oluşuyor diyebiliriz. Okyay’ın, mücadelelerini ya da zorlu yaşamlarını değil de partilerini bizlere gösterdiği Korospular, hadsizce ne çok yargı biriktirdiğini kendine itiraf etmesi gereken izleyiciyi, bir anlığına bile olsa adeta gözünden yakalıyor. Tüm bunlar, günümüzde tenha bir sokağın insanı olan kişilerin kimliklerindeki farklılığı da hatırlamamızı sağlıyor.

Cesurca kullanılmış olan, bir sosyal medya uygulamasından çekilmiş olduklarını söyleyebileceğimiz kimi kısa görüntüler, izleyiciye yine tanıdığı bir yerden yaklaşıyor ve bu görüntülerdeki kişilerin ya da görüntüyü kayda alan kişilerin içimizden olabileceğini hatırlatıyor. Asıl hikâyelere girilmeden önce karşımıza çıkan bu sosyal medya çekimleri bize birazdan neler olacağına dair ipuçları verirken, aynı zamanda deşifre etmek üzerine temellenmiş bir yerde duruyor. Özel hayatımızın rızamız dışında başkalarına sunulabileceği kadar tehlikeli ve bir yandan da sesimizi bizden olanlara duyurabilmemizi sağlayabileceğimiz kadar kullanışlı. Bu teknik ile yine bir tekrarlama gerçekleştirmiş olan Okyay’ın, günümüz Türkiye’sinde insanların farkında olmadan sürekli ve sürekli olarak yaşadıklarını, gerçekte olduğu gibi, baskıcı bir dil ile anlatmaktan kaçınmadığı da görülüyor.

Günün sonunda Raşit’in bedeni modern Türkiye’yi kurmak için yıkmaya çalıştığı bir binanın enkazı altında kalıyor. Filmin yargılanmaya en uygun karakteri Raşit’in hikâyesi tam olarak beklenildiği gibi bitiyor; yaşarken olduğu gibi öldüğünde de yalnız. Bunun yanında kadın karakterler de gerçekte olduğu gibi, elbette huzurlu bir sona kavuşamıyorlar. Didem ve İffet iki yalnız kadın olarak, Ela ise yanında başkaları olsa da aklında soru işaretleri kalıyor. Fakat filmin sonunda da duyduğumuz gibi, bu kadınlar özgür olduklarında dünyayı yerinden oynatabilecek bir güç ile geceye karışıyorlar. Her birinin gücü tıpkı deneyimlerinde olduğu gibi birbirlerinden ayrılıyor fakat yürünen yollar aynı mücadeleyi işaret ediyor.

Dönemine ve izleyicisine ayna tuttuğunu söyleyebileceğimiz Okyay, hikâyelerin sonuna müdahale etmeyerek tartışma konularını da ortaya çıkarmış oluyor. Yerli izleyicisi için ne kadar köklü olsa da hala taze olan bu konular, filmde de görüldüğü gibi, içimizden olanların gündelik yaşamlarına kurulmuş ve özgürlüğümüzü, haklarımızı, hatta duygularımızı bile yağma yolu ile ele geçirmiş durumda. Aynı zamanda filminde gösterdiği kişiler ile ortaklaşan hikâyelerde bulunduğunu bildiğimiz Okyay, bu zorlu dönemde böyle bir film yapma cesaretini göstererek kendi mücadelesini verdiğini de kanıtlıyor. Biz izleyicilere ise geriye çekilerek “içimizden” olanlara tekrar bakmak düşüyor.

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz