Can Orhun’un, İstanbul’un hafızasında saklı bir hikâyeyi gün yüzüne çıkaran yeni romanı “Belki Birimiz”, Oğlak Yayınları etiketiyle yayımlandı.
“Belki Birimiz”; şehirle insan arasındaki sessiz ilişkiyi, geçmişin bugüne sızan izlerini ve zamanın derin kırılmalarını odağına alan, atmosferi güçlü, dili titizlikle işlenmiş ve büyülü gerçekçiliğin izlerini taşıyan modern bir İstanbul romanı.

Romanın merkezinde, hayatın farklı evrelerinde duran üç karakter yer alıyor: gençlik ile olgunluk arasında sıkışmış bir arayış hâli, geçmişin ağır yükünü taşıyan bir vicdan ve dünyaya umutla bakan parlak bir ışık… Üçü de kendi yollarında sessizce ilerlerken, İstanbul’un eski bir kitapçısında kesişen hayatları, hikâyenin kırılma noktasını oluşturuyor. Buradaki karşılaşma içsel bir çözülmenin ve başkalaşmanın başlangıç ânı olarak öne çıkıyor.
Yazar romanında İstanbul’u yalnızca bir mekân olarak değil, romanın dördüncü karakteri gibi işliyor. Anlatı; İstanbul’un sokaklarının kokusunu, sisini, gölgelerini, eski kitapçılarını ve yağmurdan parlayan Arnavut kaldırımlarını kendi başına bir varlık ve hafıza alanı gibi ele alıyor. Kitap boyunca İstanbul karakterlerin iç dünyasını kendi ritmiyle değiştiren, onları kimi zaman içine çeken, kimi zaman geçmişle yüzleştiren bir varlık olarak ortaya çıkıyor.
Romanın iki zaman çizgisi var: bugün ve 1970’ler. Hikâye, geriye dönüşlerle Türkiye’nin 1970’lerdeki siyasi baskı atmosferini sert sloganlar ya da doğrudan ideolojik tartışmalara dönüştürmeden görünür kılıyor. Bunu dönemin bireylerin üzerindeki etkisini, hayat çizgilerini nasıl sessizce değiştirdiğini anlatarak yapıyor. Dergilerin kapatıldığı, gençlik idealizminin baskıyla törpülendiği, insanların iz bırakmadan kaybolduğu o karanlık yıllar romanın ana karakterlerinden birinin belleğinde saklı kalan kırılma anları aracılığıyla bugüne taşınıyor. Böylece tarih, bir dekor değil, kişisel yaşamların dokusuna işlemiş bir gerçek olarak romanın dokusuna işliyor.
Yazarın dilinde ise dikkat çekici bir başka katman var. Romanın kimi bölümlerinde gerçeklik, sanki kelimelerin yapısı içinde hafifçe bükülerek yeni bir boyut kazanıyor. Özellikle kitapçıda geçen ve metnin içinde bir çeşit metafizik yankı uyandıran sahnelerde, rafların arasında dolaşan karakterlerin hissettiği o “sonsuz kitap” fikri, Borges’in Babil Kitaplığı’nı çağrıştıran hafif bir büyülü gerçekçilik tonuna dönüşüyor. Gerçek ile anı, mekân ile düşünce birbirinin içine geçerken, bölüm zaman zaman bir kitapçının raflarının arasında değil, sonsuz bir bilgi evrenin içinde dolaşıyormuş hissi veriyor. Kitaplar romanın genelinde yalnızca birer nesne değil karakterlerin geçmişlerine, kayıp zamanlarına, hatta kendilerine doğru açılan birer kapı gibi işleniyor.








