Clarice Lispector’ın kanserden ölmek üzereyken yazdığı “Bir Hayat Nefesi” ve 1950’lerde geçen bireysel bir arayış romanı olan “Karanlıktaki Elma”, Bengi De Sá Matos Paixão’nun çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıktı.
Lispector’un edebî mirasının en derin ve çarpıcı örneklerinden biri olan ve hayatının son zamanlarında yazdığı, ölümünden sonra yayımlanan ”Bir Hayat Nefesi”, kendi hayatından izler taşıyan tanrıvari bir erkek yazar ile onun yaratımı, “hayat nefesi üflediği” Ângela Pralini arasındaki mistik bir diyalogu konu alıyor.
Bir erkek ve bir kadın, birbirlerinin yansımalarında kendilerini izleyen ve sorgulayan iki yazar… İsimsiz anlatıcı, kitabı için başkarakterini, yazar Ângela Pralini’yi yaratır ancak bu karakter kendi hayatına kavuşunca yaratıcısını farklılıklarıyla şaşırtır, öfkelendirir. Yaratım sürecindeki krizleri ve sayfaların dışındaki dünyanın kendilerine biçtiği roller üzerine düşünürken, sonunda okurda şüphe uyandırmaya başlarlar. Yaratıcı kim, yaratılan kim? Hangisi Clarice’e daha yakın? Hangi ipliği takip etmeyi seçiyoruz? Kurguyu, kurgusal fikri mi yoksa eşsiz bir yazarın eşsiz evrenini mi?
Yazarın ABD’de yaşadığı dönemde kaleme aldığı ve “en iyi romanlarından biri” olarak nitelediği “Karanlıktaki Elma” ise roman yapılarını altüst edip tamamen yenilikçi temsil parametreleri yaratarak bambaşka bir edebi gelenek başlattı.
Martim, karısını öldürdüğüne inanarak şehirden kaçar. Geceye sığınır, kendini doğanın sessizliğine bırakır ve sonunda ıssız bir çiftliğe varır. Burada yaşamdan korkan sert Vitória ve ölümden korkan hassas Ermelinda’yla karşılaşır. Bu üç yalnız ruh, kuraklığın ortasında hem birbirlerini değiştirecek hem de yağmuru beklerken kendi karanlıklarıyla yüzleşecektir.