Asgar Farhadi’nin beşinci uzun metraj filmi olan ve 2011 yılında çektiği Bir Ayrılık, farklı dallarda yirmiden fazla ödül alarak yönetmenine dünya çapında bir ün kazandırdı. Alt sınıf ve orta sınıftan iki ailenin yaşamına farklı açılarla bakma fırsatı bulduğumuz film boyunca izleyicilerin eleştiri oklarına maruz kalan karakterlere sırayla yenisi eklenirken, bu ayrılıkların her birimizin arasında duran ve yerleri değiştirilemez yarıklar olduğu yavaş yavaş belirginleşiyor. Adil olanı aramaya çalıştığımız bu hikâyede, büyük resmin içerisindeki detaylar ortaya çıkıyor ve çelişkide kalan izleyici ise içinden çıkılması zor bir deneyim yaşıyor.
Anlattığı hikâyelerde gerçekçi bir dil kullanan Farhadi, aynı zamanda izleyicisine günümüz İran’ı hakkında da kesitler sunuyor. Karşımıza asıl hikâye gibi çıkan, başlangıçta gördüğümüz Nadir ve Simin’in boşanma sahnesi, bahsedilen “bir ayrılığın” burası olduğunu düşündürürken, tüm karakterlerin birbirlerinden ayrıldıkları/ayrılmak zorunda kaldıkları kısmın çok daha önce olduğunu ortaya çıkaran bir unsura dönüşüyor.

Farhadi’nin, izleyiciyi filmin sonuna kadar konumlandırdığı yer hâkimin koltuğu oluyor. Biz hâkimin koltuğuna oturmuşken, gözlerimizin içine bakarak konuşan çiftin hikâyesindeki kriz yaratan unsurun, Nadir’in, kızları Termeh’in geleceği için eşiyle birlikte aldıkları yurt dışına taşınma kararından yaşlı babasına bakmak için vazgeçmesi olduğunu öğreniyoruz. Böylece filmdeki ilk ayrılığın, Nadir’in bir erkek ve oğul olmasından, Simin’in ise bir kadın ve bir anne olmasından başladığını görüyoruz. Dinlediğimiz bu hikâyenin ardından kimin haklı olduğuna dair fikir yürüteceğimiz esnada hâkimin yeterli sebep bulunmadığı gerekçesiyle boşanmayı gerçekleştirmemesi, Farhadi’nin yargıda bulunmak için acele etmememizi gösterdiği ilk sahne oluyor.
Nadir’in, babası için bakıcı olarak çalışmaya başlayan Raziye’yi, işinin başından ayrılması nedeniyle yaşadıkları münakaşa sırasında hırsızlık ile suçlaması ve kapıdan dışarıya kontrolsüzce itmesi, boşanma davasından sonra olayları kamusal alana taşıyan yeni bir hamle oluyor. Raziye bu hamle yüzünden bebeğini düşürdüğünü iddia ediyor ve uzun zamandır işsiz olan kocası Hodjat’la birlikte adalet aramaya çalışıyor. Nadir’in kendini kontrol edememesi ve bir bebeğin ölümüne sebep olmuş olması, Raziye ve Hodjat’ın özellikle ekonomik açıdan zorlu hayatlarına bakıldığında izleyici için yeni bir taraf olma pozisyonu doğuruyor. Bu durumun ardından hatanın kendinde olduğunu kabul etmeyen Nadir için de bir adalet arayışı başlıyor ve hâkim koltuğunda oturan izleyici için işler daha da zorlaşıyor.

Doğrunun çok boyutluluğunun gösterildiği ve adalet kavramının tartışmaya açıldığı filmde ayrılıklar; karakterlerin cinsiyetlerine, inançlarına, toplumdaki kültürel ve ekonomik konumlarına dayanıyor. Karakterin ortak özellikleri olsa da (meslek, cinsiyet, ekonomik durum) film başladığında karşımıza çıkan kimlik belgelerinin fotokopilerinin çekilmesi sahnesi, büyük resmi bir boyut daha küçülterek eski bir ayrılığın da altını çiziyor. Böylece kimliğimizin bileşenlerini oluşturan cinsiyet, doğum yeri ve mensubu olunan soy gibi unsurlar ile adalete yakınlaşıp uzaklaşmak arasında bir bağ olduğunu gösteriyor. Filmin devamında bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlanan olaylar tüm karakterlerin yara almasına sebep olurken, hikâyeye eklenen her yeni karakter kendi “doğrusunu” peşinden getiriyor ve filmin sonuna kadar aynı düşüncede kalan kimse ile karşılaşamıyoruz. Öyle ki filmin en küçük karakteri olan Raziye’nin kızı Somayeh bile, hem annesinin para kazanmak için Nadir’in babasına baktığını hem de ona dokunmak zorunda kalmasını gizlemesi gerektiğini bilen ve kendi doğruları olan biri olarak çizilmiş.
Kamusal mekânlarda kişilerin, önce yukarıda bahsetmiş olduğumuz kimlik bileşenlerinden değerlendirilmeye başlanması, doğrunun ve yanlışın arasında duran ince ama güçlü çizgiyi yaratıyor. Doğruya yakınmış gibi duran bu hatalı çıkarımlar, film boyunca mahkeme salonu, sokak, karakol, hastane, apartman, iş yeri gibi mekânlarda yaşanan olaylar ile kendini gösteriyor ve izleyicinin peşini bırakmıyor. Tüm bu mekânlarda karakterler hakkında düşündüklerimiz, filmin içindeki karakterlerin birbirlerine karşı oluşturdukları gibi birer önyargı –olumlu ya da olumsuz- olarak bize geri dönüyor. Raziye’yi savunmasız, inançlı ve kadın kimliği üzerinden ele alan izleyici, onun yalan söylemediğini, söylese bile bunun Hodjat’ın zoruyla olabileceğini düşünüyor. Hodjat ise sosyo-ekonomik açıdan bakıldığında hem karakterler tarafından hem de biz izleyici tarafından tüm bunları para için yapabilecek, hatta Raziye’ye bu yüzden şiddet uygulayabilecek biri olarak görülüyor. Nadir ve Simin çiftinin eğitimli ve ekonomik bakımdan iyi durumda olması ise onları doğrunun yanına konumlandırıyor. Oysa Nadir de tıpkı Raziye gibi hem bizi hem de yargıyı yanıltmaya çalışırken, Simin de gerçeği bilmesine rağmen tıpkı Hodjat gibi kendi adaletini tesis etmeye çalışıyor. Farhadi’nin çelişkiyi ortaya çıkarabilmesini sağlayan asıl etken ise kamusal mekânların haricinde izleyicinin, karakterlerin özel mekânlarına da dâhil olabilmesi. Böylece kamusal mekânlarda dışarıya doğru açılan kısır doğruların, özel mekânlarda içeriye doğru büyüyen doğurgan tarafıyla yüzleşiyoruz.

Nihayetinde yalanların açığa çıktığı ve sırların öğrenildiği filmin sonunda Termeh, boşanmış olan ebeveynlerinden hangisinin yanında kalacağına karar vermek üzere hâkimin karşısına çıkıyor. Bu kararın sonucunu izleyicisi ile paylaşmayan Farhadi’nin, hâkim koltuğunu izleyiciden alıp asıl hâkime geri verdiğini görüyoruz. Bizler de karakterlerin derinliklerine ve onları birbirlerinden ayıran yarıklara tanıklık ettiğimizden adil bir karar vermenin uzağında ve kendi yarıklarımızdan beslenen “doğrularımızın” hemen yanında yerimizi aldığımızı da böylece fark etmiş oluyoruz. Film bittiğinde Termeh’in kimi seçmiş olabileceğine dair yürüttüğümüz fikirler ise bir başka izleyicinin fikri ile karşılaştırıldığında film boyunca olduğu gibi eksik, hatalı, doğruya çok yakın ama doğru olmayan bir önyargı olarak bize geri dönüyor.