“BÜTÜN KIZLAR ADINA”: İNTİKAM MI, ADALET Mİ?

Türkçe gösterimi “Bütün Kızlar Adına” ismiyle yapılan “I Am All Girls”, 2021 yılı yapımı bir Netflix filmi. “Suç, drama, gizem” kategorisinde sınıflandırılmış filmin yönetmenliğini Donovan Marsh üstlenirken, senaryo Wayne Fitzjohn ve Marcell Greeff’e ait.

Yaşanmış olaylardan esinlenen film, 1994 yılında Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde geçiyor. Güney Afrika’da, iktidarda bulunan Ulusal Parti hükûmeti tarafından, 1948-1994 yılları arasında resmî devlet politikası olarak uygulanan apartheid rejimi, Nelson Mandela’nın liderliğindeki özgürlük mücadelesinin başarısıyla ortadan kaldırılmış olsa da etkileri henüz tümden sona ermez. Beyaz ırkın diğer ırklardan üstün olduğunu savunan ve arkalarına yüzlerce yıllık sömürgeci geleneğin kurumlarını alan bürokratik, askeri, idari güçlerin çıkar şebekeleri karanlık ilişkiler içinde varlıklarını hâlen sürdürmektedir. Film, ırkçılığın henüz tamamen bitmediği bu dönemde, Johannesburg’da altı kız çocuğunun kaçırılmasıyla gündeme gelen ve uluslararası bağlantıları olan bir suç örgütüne mensup Gert de Jager’ın itiraflarıyla başlar. Bu itiraflar hiçbir zaman yayınlanmaz çünkü işin ucu bazı bakanlara kadar dayanmaktadır; Gert de Jager itiraflarından sonra ölü bulunur.

Jager, kaçırılan çocuk sayısının altı olmadığını, gerçekte bu sayının çok daha fazla olduğunu itiraf eder. Üstelik, işin içinde Ulusal Parti’den bir bakanın da olduğu son derece güçlü bir yapıyı işaret eder. Kendisi -her zaman denildiği gibi- sadece talimatları uygulamıştır, dolayısıyla suçsuzdur! Filmin çarpıcı açılış sahnesinde yer alan bu itiraflarda kan donduran detaylar vardır. Kız çocuklarının bir kısmı istismar ve tecavüz zinciri içinde ülke içinde tutularak korkunç eziyetlerle hayatlarını kaybetmiş, bir kısmı ise petrol anlaşmalarının yapıldığı bazı Orta Doğu ülkelerine kaçırılmış, sonuçta onların da akıbetleri belirsiz kalmıştır. Artık hayatta olmayan, bir şekilde yok edilmiş bu kız çocuklarının hikâyesi, uluslararası bir suç örgütünün eylemleri açısından buz dağının sadece görünen kısmıdır.

Film, 1994 yılında yaşanan bu olaydan sıçrama yaparak 2020’li yıllara uzanır ve “İnsan Kaçakçılığı Birimi”nde polis memuru olan Jodie Snyman‘ın bazı ipuçlarından hareketle bu suç örgütünü çözmeye çalışmasına odaklanır. Jager’ın itiraflarında adı geçen kızları istismar eden failler teker teker bulunarak öldürülmekte, göğüslerine kayıp kızların isimlerinin baş harfleri kazınmaktadır. Bir süre sonra Jodie Snyman, maktullerin geçmişte pedofili ile suçlanan kişiler olduğunu çözer. Jodie Snyman, bu süreçte polis teşkilatındaki üstleriyle de çatışır ve süreçle işini kaybeder. Gerilim, cinayetlerin sürmesi ve konteynır içinde yurtdışına kaçırılmayı bekleyen kız çocuklarına ulaşılması ile tırmanır. Filmin kahramanı Snyman, bu dehşet verici insanlık suçunu işleyen failleri öldüren katille yaşadığı duygusal özdeşleşmeden sıyrılıp katilin kimliğini açığa çıkarabilecek midir? Haklı olmak, katilin eylemlerini temize çeker mi? Adalet ile intikam arasındaki o ince çizgide Snyman’ın katille kurduğu duygusal bağ, onu nasıl davranmaya itecektir? Bütün bu sorular filmin sonunda tabii ki yanıt buluyor.

“Bütün Kızlar Adına” filmi, başarılı kurgusuna rağmen, yer yer temponun düşmesi ve başrol oyuncusunun performansının yetersizliği gibi konularda haklı olarak eleştirilebilir. Böyle çarpıcı bir konuda çok daha yüksek bir tempoyla ilerleyebilecek hikâye, monoton ve ağır bir akışla sürünce, özellikle Hollywood sinemasının yüksek aksiyon temposuna ve gelişkin teknolojik alt yapıya sahip görselliğine alışık seyircisini hayal kırıklığına uğratmış olabilir. Yine de filmin çok kıymetli bir yanı var: Çocuk istismarı ve pedofili konusunu ele alırken asla çocuk istismarı yapmamış. Hikâyeyi “göstermek” yerine, ucu açık bir anlatımla, izleyicinin boşlukları doldurmasını isteyerek anlatmayı tercih etmiş bir film.

“Bütün Kızlar Adına”, daha ilk sahnelerinde, sinema seyircisinin oldukça alışık olduğu herhangi bir aksiyon filmiyle karşı karşıya olmadığımız mesajını veriyor. Film, pedofili ve çocuk istismarı gibi son derece yakıcı ve ne yazık ki güncel bir konuyu ele almasının yanında, gerçekte yaşanmış bir olaydan esinlenmiş olması itibariyle de önemli. Münferit bir olay değil, sistematik bir kaçırma ve istismar olduğu anlaşılan olayın, geçtiğimiz günlerde basına yansıyan Amerikalı milyarder Jeffrey Epstein’ın kurduğu “pedofili adası”nı hatırlatması da manidar. Epstein’ın pek çok ülkeden kaçırılan kız çocukları üzerinden cinsel istismar ağı oluşturduğuna dönük tartışmalar içerisinde, tüm belgelerin henüz basınla paylaşılmadığı düşünülürse, 2021 yılında çekilen bu filmin son dönemde fazlasıyla izleniyor olması da toplumun konuya ilgisini ifade ediyor. 

Cevap Ver

Yorumunuzu giriniz
Adınızı giriniz